Augustinus
Augustinus’un İtiraflar’ı ve Hafıza Düşüncesinin İncelenmesi adlı yazımıza Augustinus (Aurelius Augustinius) u tanıyarak başlamalıyız. Aziz Augustinius olarak da bilinen filozof ve tanrıbilimcidir
Augustinus (354 – 430) yılları arasında yaşamış olan ünlü hristiyan düşünürdür. Tanrıyı devletin yeryüzündeki temsilcisi olarak tanımlar. Tanrı’nın Şehri, İtiraflar, Mektuplar adlı eserleri ünlüdür. Yapıtları din odaklı olmasına rağmen felsefi sorunları irdelemesi ve modern felsefede tartışılan birçok düşünceyi ortaya atması nedeniyle önemlidir. Biz burada Confessiones (İtiraflar) adlı eserini irdeleyeceğiz.[bak. dmy.info/felsefe-nedir)
Augustinus’un Confessiones adlı eserin bir günah çıkarma girişimine benzetilir. Çünkü, Augustinus bu eserinde hafızayı işlemiştir. Hafıza da insan zihniyle tanrı arasındaki en önemli düğümdür. Felsefeciler Augustinus’un hafızayı fark etmeden önce ruh ve duyu güçlerini gördüğünü ve yetinmeyerek “hafıza” yı keşfettiğini söyler.
Augustinus’a göre hafıza, duyunun getirdiği türlü imgelerle dolu bir hazinedir. Bedenin birçok duyu kapısı vardır. Duyular buradan girerek hafızada depolanır ve ihtiyaç halinde çağrıldıkları yerden gelirler. Daha sonra hafızanın karmaşıklığı ve muazzamlığı betimlenir. Bin bir duyunun birbirine karışmadan hatırlanmasının , hatıraların çaba sarf etmeksizin canlanabilmesinin nasıl olduğunu bilemeyiz. Augustinus bunun şimdide olan, geçmişte olmuş ve gelecekte olacağın etkileşimine bağlı olduğunu anlamıştır ancak açıklayamamıştır. Augustinus hafızaya karşı hayret içerisindedir. Gelecekte yaşayabileceklerini geçmişte yaşadıklarından çıkarabilmektedir. Çünkü olacak olanlar orada bulunmasa bunları isteyemem diye düşünmüştür. Olmuş, oluyor olan ve olacak olanın etkileşimi dikkat çekmektedir.
Augustinus ruhu hem sonlu hem de sonsuz düşündüğünü ve nesnelerin kendilerine değil imgelerine sahip olduğunu söyler. Daha sonra bilim bilgisinin niteliklerini sorgulayan Augustinus’u görürürüz. Öğrenmenin hatırlamak olduğunu çözümlerken hatırlamayı hatırlamak eylemiyle yine hayrete düşer. Tensel duyuların hatırlanamamasını ruh ve beden ayrımına atfeder.
Augustinus, “Unutma deyince neden söz ettiğimi biliyorum, bunu hatırlamamış olsaydım nereden bilecektim?” sorusunu sorar. Hafızayı hatırladığında hafıza kendiliğinden kendini devreye sokuyor ancak unutmayı hatırladığında hem hafıza hem de unutma devreye giriyor. Hafıza unutmayı da içeriyor, unutmanın kendisi hafızada olsaydı hatırlamaya değil, tersine, unutmaya yol açardı. Bu fikirlerinden sonra düğümü kim çözecek diye soru sorar.
Augustinus hafıza karşısındaki amansız düşünüşünü sürdürür. Augustinus “insanın kendisini de ancak insanın çözebileceği” düşüncesindedir. Asıl amaç olan tanrıya hafızayı tanıyarak ve onu aşarak ulaşılacaktır. Tanrıya ulaşma azmi onun tanrıya seslenişine dönüşür. Ona göre hayvanların da hafızası vardır. Hafızaları olmasa yuvalarını bulamazlar, yaptıkları işleri yapamazlardı. Tanrıya seni hafızamın dışında bulursam hatırlamam, seni hatırlamıyorsam nasıl bulurum, sorusunu sorar. Augustinus’a göre kaybettiğimiz ve bütünüyle zihnimizden çıkmış olan bir şeyi arayamayız. Bir şeyi kaybettiğimizde imgesi hala zihnimizde vardır. Bulana kadar çevre uyaranlarınca bize uygun olan şeyler görünür. Ancak tam olarak imgeye uyduğunda kaybettiğimizi bulmuş oluruz.
İnsan hatırlamak istediği şeye aşina olmalıdır. Hatırlamanın anlamı yavaş yavaş çözülür. Tanrıyı veya mutlu yaşamı arayan insanın tanrıyı buldum diyebilmesi için onu tanıyor olması gerekir. Mutluluğu aramak nasıl bir hatırlamadır? Sayıları bilen bir insan onları elde etmek için peşinde koşmaz ancak mutluluk bundan farklıdır. Mutluluğu hatırlamak belagat gibi olabilir, zira belagat sahibi olmayan kişiler bunu duyduklarında anlarlar. Çok farklı tercihleri olan kişilerin ortak bir amacı vardır: mutluluk, ve hiç kimse mutlu olmadım diyemez, çünkü bu hafızasında kayıtlıdır. Augustinus’un sevinç anlayışının alelade bir sevinç olmadığını, sadece tanrıyı amaçlayanların edinebileceğini söylemeliyiz. Herkesin hissettiği sıradan sevinç tanrı dışındaki sevinçtir. Hakiki sevinç ve mutluluk tanrıya yönelmiştir ve insanın kendi hafızasındadır. İnsanların neden hakiki sevinç yerine geçici olanla meşgul olduğunu merak eder.
İnsanların hakikatten yayılan ışığı sevdiğini ancak hakikat onlara kendilerini gösterdiğinde bundan nefret ettiklerini söyler. İnsan ruhu miskince saklanmayı yeğler ancak kendisinden bir şey saklansın istemez. Her şeyin nihayetinde hakikate kavuşacağını, o zaman mutlu olunacağını söyler. Augustinus tanrıya çok uzak olduğunda bile hafızasında tanrıya çok yakındır. İnsan tanrı suretinde yaratılmıştır. Tanrıya dair silik bir hatıra hep mevcuttur. O yüzden hep tanrıyı arar durur. Hafızanın doğası tanrının içkin yanına, aydınlanma ise tanrının aşkın yanına erişimi sağlar.
Tanrı hafızamızda mevcuttur. Ancak önceden öğrenilen bilgilerin bir araya getirilmesi gibi hatırlamak mümkün değildir. Tanrıyı bilme tanrısal bir aydınlanmayı gerektirmektedir. Bu tür bir aydınlanma da hafızanın üstündedir. Tanrının yarattığı şeyler Augustinus’u batak gibi içine çekmiştir. Onu tanrı arayışında alıkoyan şeyler olmuştur. Bu memnuniyetsizliğe yola açan durumlar ve unutuş anları tanrı ışığının Augustinus’a ulaşmasına neden olmuştur. Sonucunda da, tanrıya seslenerek: dünyanın dışında, tanrının içinde olduğunu, tanrının yarattığı aleme kapıldığını söyler. Sebebi tanrı olan bu güzellikler Augustinus’u oyalamıştır ancak nihayetinde kendi içinden yola çıkarak tanrı esintisine ulaşır.