Avrupa dünya merkezli evren düşüncesinden güneş merkezli modele geçtiğini söylese de merkeze başka bir şey koymuştur. Dünyayı ve insanı es geçip merkeze “ben” konmuştur. “Ben” ve özel teşebbüs gelişmenin, bilimin ve başarının anahtarıdır. Gelişmişlik özel teşebbüsün tezahürüdür. İnsanın genel olarak hususi bir gayesi var iken Avrupa bunu azami düzeye çekmiştir.
Bilim ve sanat da dahil hiçbir gelişme evrenin veya erdemin hatırına değildir. Hepsi bireyin kendini göstermesidir. Özel teşebbüs dediğimiz diğerlerinden öteye geçebilme, kendini gösterme eğilimidir. İnsanlığın doğa içinde kendini üstün kılması gibi, bazı insanlar da insanlık toplumu içinde özel hissetmek ve bunu göstermek ister. Gelişmenin, keşfin, icadın ve sanatın kökeni bu dış motivasyondur.
Avrupa insanın içindeki özel olma isteğini sistematik bir hale getirmiş ve bencilliği ayıp karşılamayı bırakarak teşvik dahi etmiştir. Evrenin merkezine “ben” yani insanın hırsı yerleştirilmiştir. Evrensel bilgiyi aramak ve gezegenlere dair çalışmalar da insanlığın veya doğanın hatırına değil, şahısların kendi nam ve hesabınadır. En yüce değer saydığımız bilim aslında paranın hizmetkarıdır. Felsefe ve alçak gönüllülüğün modern bilim camiasında itibar görmemesi kazanç motivasyonunun göstergesidir. Laboratuvar olmadan bilim yapılamayacak, büyük bir sermaye olmadan keşiflerin ve icatların gerçekleşmeyecek olması acı gerçeklerdir. Zaten paranın hesabına çalışmak bir yana, bilimciyi harekete geçiren de kendi ihtirasıdır. Tüm ihtiyaçlar acıdan ve yoksunluktan gelir. Bilime yönelen kimse kendinde bir ihtiyaç hissettiği için bu eylemle meşguldür.
“Ben” veya kişisel hırs geçim faaliyetinde kapital olarak kendini gösterir. Modern dünya kapitalin hürmetine serpilmiştir. Dünya zenginin etrafında döndüğü için teknolojik oyuncaklarımız var. Yazılarımızın sonraki bölümünde işleyeceğimiz bir konu olan sistematik ben merkezcilik kurumun(şirketin) icat edilmesiyle gelişmiştir. Bir insanın yapamayacağı şeyler kurumlar vasıtasıyla yapılabilmiştir ve imkansız kötülüklerin de önü açılmıştır.
Kurum yeni bir şey değildir. Tarihin başında devletler ile bu yola girilmiştir. Devlet ilk kurumdur ve bugünkü şirket yapısının masum halidir. İnsan üstü güçler olan kurumların muazzam işler yapabildiği aşikar, ancak muazzam kötülüklerin de aracı olabilecekleri gözden kaçırılmaktadır. Kurum yapılanmasında bağları kopan insanlar bireyin vicdanını sızlatacak işleri övünçle gerçekleştirirler. Tarih boyunca gördüğümüz bu eğilimin neden Avrupa’da üst düzeye geldiğini daha sonra irdeleyeceğiz.
Artık merkezde dünya bile yok, “ben” var. Bu da sürdürülebilir bir model teşkil etmiyor. Toplum içinde ben merkezli bireyin akıbetini örnekleyelim. Her şeyi kendine göre yargılayan bireyi kimse sevmez. Ayrıca ben merkezli olan kendi geçmişinden ve yaptıklarından bile nefret eder. Dışlayıcı ve bencil tutum insanı kendi içinde bile rahat bırakmaz. Ben merkezli olmak kısa vadede müthiş bir tecrübedir. Kendinizi iyi hissedersiniz, her şeyin sizin için yaratılmış olduğunu düşününce öz güveniniz yerine gelir. Ancak çok kısa bir süre için yaşadığınız bu duygu, dış dünyaya uymadığından dışarıda hüsranla karşılaşırsınız. Kendinizden başka kimseyi görmediğiniz için yardım da alamazsınız ve “ben” diye sayıklayarak yok olursunuz.
Buraya kadar ben merkezli olmayı kötüledik. Ancak biz de tüm dünya gibi ben merkezli evrene uyum sağlamaya çalışmaktayız. Bu yolu mükemmelleştiren Avrupa’ya yenilmektense aynı yola girmeyi yeğledik. Günümüzde Avrupalılar insansı gerçeklerin havasını atarak üstün olduğunu savunmaktadır. Diğer toplumlar da bunu yaklaşık olarak kabul etmiştir. Ancak çok küçük bir kısım, gerçekliği sorgulayanlar ben merkezliliği şüpheyle karşılamıştır.
Neyin havasını atıyoruz? Geçici bir süre durduğumuz bu serüveni fazla mı ciddiye alıyoruz? Ben için başkalarını uzaklaştırarak aslında hayatı çekilmez yapmıyor muyuz? Soylu gerçekler, asil bilim ve yüce Avrupa medeniyeti savaşlar ve sömürü olmadan var olabilir miydi? En güçlü ülkeyi dünyada yalnız bıraksak, en zeki bilimciyi laboratuvardan alıp doğaya salsak otoriteleri ne olur? En önemli söz Türkçe bilmeyene ne kadar önemli görünür? Uzaylıları arıyoruz da insana ulaşabildik mi? Ben nedir? Ben diye bir şey varsa neden yok oluyor? Kendimize bakmaktan başkasını görebiliyor muyuz?
Hayata gelmek kendi kararı değildi. Bedeni annesinin midesinden ödünç alınmıştı. Yaşamayı da başkasından öğrendi. Yine de modaya uydu, “ben” diye hava attı. Kendi ölümünü hiç beklemiyordu, zaten kendinden başkasını tanımadığından cesedini fark etmediler. Börtü- böcek hariç.
Sayın Yücel,
Bu yazınızı -aha önceki izninize dayanarak- MEDENİYET VE PEDAGOJİ TARİHİ adlı kitabıma kaynak göstererek almak istiyorum.
Bilgilerinize. Saygılarımla.
Dr. Nusret Alperen