Evvel zaman içinde bir çoban yaşarmış. Çobanın hayatı keçilere bakmaktan ibaretmiş. Keçi besler, keçilerle oynar, keçilerle yaşamını sürdürürmüş. Dağlarda, tepelerde, uçurumlarda keçilerle gezip dururmuş. Hayatından memnunmuş, ama bazen de ilginç bir şeyler olsun istiyormuş. Canı sıkılıyormuş.
Bir gün bir mağara görmüş. Bütün gün aynı işleri yapmaktan sıkıldığı için mağarayı gezmek istemiş. Böylelikle zaman daha güzel geçebilirmiş. Keçiler otlarken mağarayı keşfetmeye karar vermiş. Mağaranın ağzına doğru ilerlemiş, girdiğinde ise çok karanlık olduğunu fark etmiş. Mağaranın girişinden daha ileri gidememiş. Ama karanlığın içinde parlak bir şey fark etmiş. Parlak şeye doğru yavaşça ilerlemiş.
İyice yaklaştığında uzanmış ve eline almış. Bu bir yüzükmüş. Biri mi kaybetti acaba diye düşünmüş. Kaybeden dışarıya gelip alır diye yanında götürmeye karar vermiş. Yüzüğü parmağına takmış. Sonra gün ışığına doğru mağaranın dışına yürümüş.
Dışarı vardığında keçiler her zamanki gibi otluyor, zıplıyor, günlük keçiliklerine devam ediyormuş. Çoban her zaman yaptığı gibi yüksek bir yere oturmuş. Keçileri izlemeye devam etmiş. Bu sırada mağarayı düşünmüş. Mağaranın derin karanlığında ne olduğunu merak etmiş. “Keşke aydınlık olsa” demiş. Mağaranın içi birden aydınlanmış, çevreye ışık saçmaya başlamış. Çoban yüksek bir yerde oturduğu için bunu fark edememiş.
Çoban günün sonunda keçileri ahıra götürmüş. Hepsini içeri sokmada epey zorlanmış. Keçiler içeri girince de zor bir işi başarmanın mutluluğu ile gülümsemiş. Yorucu bir günün ardından dinlenmeye çekilmiş. Yatağa uzandığında, yorgun bir günün ardından uyumayı ne kadar sevdiğini hatırlamış.
Her sabah uyandığında biraz daha yatakta kalmak istiyormuş, ancak hayvanları otlamaya götürmesi gerektiği için kalkmak zorundaymış. “Keşke daha çok uyusam” demiş. Aniden ve isteksizce uykuya dalmış. Bir süre daha uyumuş, uyandığında öğlen olmuş. Çoban bu duruma şaşırmış. Hiç böyle bir durum olmuyormuş, hep uyumayı diliyormuş ama uyumak istemiyormuş. Hayvanlara bakması gerekiyormuş. Hemen ahıra koşmuş.
Çoban hayvanları aceleyle dışarı çıkarmış. Günün çoğu geride kaldığı için üzülmüş. Hayvanların daha uzun süre otlaması ve gezmesi gerekiyormuş. “Keşke daha erken olsa” demiş. Bunu dedikten sonra güneş gün doğumuna doğru geri gitmiş. Artık zaman daha erkenmiş. Çoban çok korkmuş. Ne olduğunu anlamamış. Güneşin bu kadar hızlı hareket ettiği daha önce görülmemiş. Güneşin geri gitmesi ise imkânsızmış. Korkusundan ve şaşkınlığından bir süre olduğu yerde kalmış.
Çoban ne olduğunu anlamaya çalışmış, anlayamamış. Sonra hayal veya rüya olup olmadığını merak etmiş. Rüya ise birazdan uyanırım diyerek günlük işlerine devam etmeye karar vermiş. Çok geç olmadan hayvanları çıkarmalıymış. Hayvanları çıkarmış, ahırı temizlemiş, eşyaları düzenlemiş. Yorulmuş, oturup su içmiş. Yorulduktan sonra içtiği su çok güzel gelmiş.
Şimdi hayvanları otlatma, gezdirme zamanıymış. Dağlara, tepelere doğru yola koyulmuşlar. Hayvanları otlatırken keçilerden birinin yüksek bir kayada mahsur kaldığını fark etmiş. Çobanın kayaya tırmanması mümkün değilmiş. Keçi de aşağı inmiyormuş. “Keşke keçi yanımda olsa” demiş. Keçi birden yanında belirmiş. Çobanın ağzı şaşkınlıktan açık kalmış, bu işe akıl erdirememiş. Sabah güneşin geri gitmesinden sonra keçinin yanında belirmesine anlam verememiş. Neden böyle garip şeyler olduğunu düşünürken aslında sorunlarının çözüldüğünü fark etmiş. Bu sabah hem bol uyuyup hem de erken kalkmış. Garip olaylar olsa da istekleri yerine gelmiş. Şimdi de keçi kayadan kurtulmuş.
Parmağındaki yüzük dikkatini çekmiş. “Belki de isteklerimi sen gerçekleştiriyorsun” demiş. Bir deneme yapmaya karar vermiş. “Tam karşıdaki dağ yavaşça sağ tarafa geçsin” demiş. Gerçekten de dağ yavaş yavaş sağ tarafa doğru sürüklenmiş. Gözlerine inanamamış. Bir kere daha denemeye karar vermiş. Çobanlık yaparken hep bulutları izliyormuş. Onları keçilere benzetiyormuş. “Keçilerle bulutlar yer değiştirsin” demiş. Gerçekten de gökyüzü keçilerle dolmuş, bulutlar da yerde otlamaya başlamış.
Bu işleri yüzüğün yaptığından emin olmak için yüzüğü çıkarıp denemeye karar vermiş. Yüzüğü çıkarmış ve “otlar pembe olsun” demiş. Hiçbir şey olmamış. Demek ki bunları yüzük yapıyormuş. Daha neler yapabileceğini düşünmeye başlamış. Şehre gidip diğer insanlara yüzüğün gücünden bahsetmek istemiş. Tek başına eğlenmektense başkalarıyla eğlenmek daha iyi olacakmış.
Şehre gitmiş. Meydandaki insanlara yüzükten bahsetmek üzereyken endişelenmiş. Yüzüğü almalarından korkmuş. Yüzüğün sahibi de ortaya çıkabilirmiş. Bir süre yüzüğü gizlemeye karar vermiş. Ama insanlara gökyüzündeki keçileri gösterip eğlenmeye karar vermiş. Bir yandan da neden kimsenin bu durumu garipsemediğini merak etmiş. İnsanlara “baksanıza gökyüzünde keçiler var” demiş. Kimse oralı olmamış. Bir adamı durdurup “gökyüzündeki keçileri görmüyor musun” demiş. Adam her gün gördüğünü, gökyüzünde keçi olmasının gayet normal olduğunu söylemiş. Çoban şaşkın biçimde yolun ortasında kalmış.
Şehrin meydanında şakın biçimde kalan çoban insanları şaşırtmak için neler yapabileceğini düşünmeye başlamış. Meydanın tam ortasında bir çeşme varmış. “Çeşme canavara dönüşsün” demiş. Çeşme gerçekten de canavara dönüşmüş. İnsanlar canavarın ağzından su almaya geliyormuş. Çoban şaşırmış. Yoldan geçenlere “canavardan korkmuyor musunuz” diye sormuş. “çeşmeden neden korkalım” demişler. Çoban yüzüğün gücüne hayran kalmış, ama bir şeyi değiştirip değiştirmediğinden emin olamamış.
Dünyadaki en büyük isteğin ne olabileceğini düşünmüş. Tüm insanlar krala saygı duyduğu için kral olmak istemiş. “Kral olayım” deyince meydandaki herkes önünde eğilmiş. Arkasında muhafızlar belirmiş. Çoban meydandakilere “deminki çobanım ben” demiş. Meydandakiler de kralın ne kadar şakacı olduğuna şaşırarak gülüşmüşler.
Çobanın her isteği gerçekleşiyormuş. Kral da olunca daha büyük ne isteyebilirim diye düşünmekle zaman harcamış. Daha büyük bir şey aklına gelmiyormuş çünkü ne isterse istesin sanki önceden beri varmış gibi yaşanıyormuş. İnsanlar bunun yeni bir değişiklik olduğunu anlayamıyormuş. Çobandan başka kimse yüzüğün getirdiği değişikliği fark edemiyormuş. Çoban bu duruma içerlemiş, üzülmüş.
Kimse fark etmeyince yaptıklarının o kadar da keyfi yokmuş. Üstelik her isteği hemen olduğu için bir şey yapmasına gerek kalmıyormuş. Bir şey yapmayınca, her istediği hemen olunca sıkılmış. Yürümesine bile gerek yokmuş. Yürümeyi unutmamak için arada bir yüzüğü çıkarıp yürüyormuş. Yüzüğü çıkarmadan yürümek istediğinde isteği kendiliğinden gerçekleşmiş olacağı için yüzüğü çıkarmak zorundaymış.
Yürüyüşe çıktığı zamanlardan birinde yol kenarında bir çoban görmüş. Yol kenarındaki çobanın hayvan otlatırken ne kadar mutlu olduğuna şaşırmış. Hiçbir özel gücü olmadan nasıl bu kadar mutlu olduğunu düşünmeye başlamış. O an yürürken yürüyüşün ne kadar keyifli olduğunu fark etmiş. Kendi başına bir şeyler yapmak, başarmak ve kendin olmak ne kadar güzel diye düşünmüş. Yüzüğü daha sık çıkarmaya karar vermiş.
Yüzüğü çıkardıkça eğleniyor, yüzükten bir şey istemek yerine kendisi bir şeyler yapmaya çalışıyormuş. Zamanla yüzükten bir şey istemeye korkar olmuş. Her isteği hemen olunca hayat o kadar da keyifli değilmiş. Üstelik sihirli ve olağan dışı şeyler yalnızca kendisi için farklı geliyormuş, başkası bu mutluluğu yaşayamıyormuş. Yüzüğü çıkarıp gezmek en büyük isteklerinden olmaya başlamış. Yüzüksüz yürümeye ve koşmaya can atıyormuş.
Uzun bir koşudan sonra içtiği su çok güzel gelmiş. Artık çok susadığında bile yüzükten su istemiyormuş. Suya ulaşmak, susamak ve içince mutlu olmak asıl güzellikmiş. Bazen bütün günü yüzüksüz geçirdiği oluyormuş. Bu günlerin sonunda yatağa girdiğinde dinlenmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu hatırlıyormuş. Uzun ve yorucu bir günden sonra uyumak ne kadar da tatlıymış.
Zaman geçtikçe yüzüğü hiç kullanmamaya, hatta yüzükten kaçmaya başlamış. Kral olmak da artık korkutucu bir şeymiş. Krallık bir şey yapmamak demekmiş. Bütün gün sarayda durmak çok sıkıcıymış. Çok zengin ve güçlü olsa da çoban kadar hayat dolu değilmiş. Çoban yüzüğü hiç takmamaya başlamış, kral gibi davranmayı da bırakmış.
Yürüyüşten döndüğü bir gün yüzüğü takmış. “Tekrar çoban olayım” demiş. Kendisi için bir şey değişmemiş, ama onu hemen saraydan çıkarmışlar. Çoban kendisinden sonra gelecek krala üzülmüş. Böyle sıkıcı bir hayatı yaşamak zor olmalı diye düşünmüş. Bir kralın çoban olması çok zormuş, çevredeki insanlar bırakmazlarmış. Çoban kral olmadığı, hayatı yaşama şansı olduğu için çok mutlu olmuş.
Yürüyerek, yorularak yüzüğü bulduğu mağaraya gitmiş. Karanlık olması gereken mağaranın aydınlık olduğunu fark etmiş. Mağaranın ağzından içeri girmiş, biraz ilerlemiş. Yüzüğü takıp dünyada değiştirdiği her şeyin geri düzelmesini istemiş. Mağara birden kararmış. Sonra da yüzüğü çıkarıp karanlığa doğru fırlatmış. Mağaranın ağzından gelen aydınlığa doğru yürümeye başlamış. Bu sırada karanlığın güzelliğini, verdiği mücadelenin ve başarma hissinin kıymetini anlamış.
Şimdiye kadar değiştirdiği her şeyi kendisinin değil yüzüğün değiştirdiğini anlamış. Yüzükle mutlu olamazmış. İnsan emek vermeden kıymetini anlayamazmış. Herkesin eşit koşullarda mücadele etmesi kadar mutlu edici bir şey yokmuş. Gerçek sihrin çabalamak olduğunu anlamış.
Çalışıp kazandığı parayla üç elma almış. Bunun birini bir arkadaşına, birini de tanımadığı bir fakire vermiş. Sonra çalışıp kazanmanın rahatlığıyla bir tanesini de kendisi yemiş. Elmanın tadı o kadar güzelmiş ki o an elmadan başka bir şey düşünmene gerek kalmıyormuş. Başkalarının mutlu olduğunu bilerek yemek en güzel yemekmiş.
Gyges’in Yüzüğü adlı mitten esinlenilerek yazlmıştır. Birkaç yıl önce Çanakkale Masalları seçkisinde yayımlanmış bir masaldır.