Felsefi Komedi dizisinin sekizinci yazısıdır.
Anadolu’da deliyi parayla test ederler. Paranın önemini bilmiyorsa delidir. Kasabanın birinde filozof olduğu sanılan adamın aslında deli olduğu bu sayede anlaşılmıştır. Felsefe yapması hadi neyse de paraya iman etmemesi bardağı taşırmıştır.
Adamın adı Markıs’tır. Parayı tanımamakta, bunun aldatmacadan ibaret olduğunu söylemektedir. Ona göre para, sömürenlerin hegemonyasına araç ve kitlelerin manipülasyonununa vesiledir. Normal deli kağıt der geçer, Markıs bir de açıklama yapmaktadır. Zır deli olmalıdır. Kasaba ahalisi önceleri takmaz, ama adamın düşüncelerle kendini harap etmesi üzerine bunu okutmaya karar verirler.
Halk arasında söylentiler çıkmaya başlamıştır. Bu adamın Karl Marx[Marks(1813−1883)]’ın yeniden dünyaya gönderilmiş hali olduğu söylenir. Rivayete göre öbür tarafta rahat durmadığı için öbür tarafa gönderilir. Evet, öbür tarafın öbür tarafı, cehennemi olan dünyamızda bu hayatı tekrar yaşayarak ölü olmanın değerini anlaması hedeflenmiştir. Ama bunlar hep dış güçlerin uydurmalarıdır. O yüzden geçiyoruz.
Deli Markıs’ın hocaya okutulması sırasında şeytanın kelimeleri duyulur. Proleterya, emek, burjuva, üretim araçları, sınıfsız toplum… Acil müdahale edilmesi gerekmektedir. En etkili Türk tedavi tekniklerinden olan kafasına vurmada karar kılınır. Nitekim durumun şeytan girmesinden daha tehlikeli olduğu anlaşılır. Zavallının içinde tövbe estağfurullah, komünist vardır. Rahatlasın diye AVM’ye götürülür.
AVM’de iyice krize giren delinin içindeki komünist çıkmak üzeredir. %90 indirim olan bir mağazada indirimin kıymetini anlamadığı için delilik halinin devam ettiği anlaşılır. O ise ihtiyaç olmadığı için alışveriş yapmanın saçmalığından bahseder. Bir kıyafeti vardır ve bu yetmektedir. Başkalarının görünümüyle ilgilenmeyi anlamamaktadır. Kişiliğinden çok görüntüyle yargılanmak garip gelmektedir. Görüntünün yerine kişilik mi, tabi ki saçmalamaktadır.
Kendi isminin bir mağazaya verildiğini görünce daha da şaşırır. O mağazanın iç çamaşırı mağazası olduğunu anlayınca şaşkınlıktan diyalektik bir tutulma yaşar. Onu şaşkınlıktan satış temsilcisi döndürür. Satış temsilcisinin bu kadar alakadar olmasına daha da şaşıracakken bu böyle olmayacak der ve şaşırmayı bir süre askıya alır. Satıcının dışında başka satıcılar da vardır. Bunların canla başla çalışmasını garipser. Dükkanın sahibinin satıcı olmadığını öğrenir. Satıcıların orada işçi olduğunu öğrenince “köleliği bayağı ilerletmişler” diye kötüleri takdir etmekten geri duramaz. Sonuçta satılan ürün saçma, bunun karşılığında kazanılan kağıt parçaları daha saçma ve parayla alınan mutluluk saçmalığın daniskasıdır. Tabi ki deli olduğu için kendisine sözümüz yok.
Markıs kasaya doğru ilerleyip dükkan sahibini görmeye çalışır. Ne var ki dükkan dünya çapında binlerce şubeden biridir. Sahibinin olayla alakası olmadığını öğrenince kasadaki elemana şunu sorar: “Hala insanları Hristiyan yapıp topraklarını alıyor musunuz? Topraklarını hiç karşı çıkmadan ele geçirmişsiniz. İnsanların dilini nasıl ele geçirdiniz? İnanılmaz. Kölelik de gönüllü olmuş.” Kendini boşuna yorduğunu fark ederek kasadakini tebrik eder. Mağazadan çıkar.
Çevresine en çabuk nerede ölebileceğini sorar. İnsanlar şaşırır. Sonuçta modern zamanlar insan hayatının uzadığı bir evreye tekabül etmektedir. Gerçi insanın köleliğinin mi, hayatının mı uzadığı pek belirsizdir. İnsan gelişmiş olduğunu sandıkça kurgusal bir dünyaya kapılmakta ve bundan giderek daha da memnun olmaktadır. Markıs bu durumun çok komik olduğunu anlayarak bir gülme tufanına kapılır. Hayatın anlamını çözmüş gibidir, ama diyalektik materyalizm nedeniyle henüz buna ikna olmaz.
Felsefenin doğduğu topraklarda felsefe yaptığı için baştan kaybetmiştir. Neyse ki felsefe ve düşünürler bir şey kaybetmez. Onlardan yararlanmayan toplumlar kendi derdine yansın. Memleketin delisi, komünisti bile taklit, özenti ve yoz olduğu için biz halimize yanalım. Deliliğe bile saygı duymayan toplumlar ise zaten yanmıştır.