Felsefi komedi dizisinin on ikinci yazısıdır.
Ludwig Wittgenstein’ın(1889−1951) kim olduğundan daha önemli bir şey var. İsmini telaffuz etmek! Wittgenstein temel seviye entel muhabbetlerinde ismi geçince bir şey biliyormuş hissi yaratan ender isimlerdendir. Hegelyan diyalektik, emeğin yabancılaşması ve paradigma kayması gibi hava atma araçlarındandır. Adını telaffuz ettiğinizde “aha Wittgenstein dedi!” olur ve o andan sonra yarım saat pasif etkiyle “bir şeyler biliyor” konumundasınızdır.
Yarı aydın masalarına meze olmasının yanında Wittgenstein iyi adamdır. Baba parası yerine mütevazı bir hayatı tercih etmiştir. Hayatı tecrübe etmek için yaşamış, rahatlık yerine rahatsızlığı seçmiştir. Öğretmen olmuş, disiplinli yaklaşımı nedeniyle(öğrencileri dövüyormuş) pek sevilmemiştir.
Birinci dünya savaşına gönüllü katılınca “sen deli misin?” diye sormuşlar ve o da “siz akıllı mısınız” diye yanıt vermiştir. Savaş bitince İngiltere’ye gitmiş, Bertrand Russel ile okeye üçüncü aramaya başlamışlardır. Maynard Keynes üçüncü olmuş, dördüncüyü bulmak sonradan akıllarına gelmiştir. G.E. Moore da dördüncü olarak ekibe katılmıştır. Wittgenstein İngiltere’de bozuk İngilizceyle konuşmaya çabalarken büyük filozof olduğu anlaşılmıştır. Çünkü hiçbir entelektüel anlamadım diyemez, anlamış gibi yapmalıdır. Onun İngilizce bilmiyorum diye çırpınışları dil hakkında yeni bir felsefe olarak anlaşılmış, o da bozmamıştır.
Tabi ki daha sonra her şeyde olduğu gibi İngilizcede de başarılı olmuş ve sistemli bir felsefe anlayışı inşa etmiştir. Bazılarına göre de ne dediğini bildiği zaman daha anlaşılmaz olmaktadır. Başka bazılarına göre de felsefenin olayı budur ve tam olarak anlaşılsa felsefe olmayacaktır.
Büyük eseri Tractatus’un son sözü “konuşamadığımız şeyler hakkında susmalıyız” buna dair bir sözdür. Zaten bir keresinde İrlandalılar tarafından kaçırdığında onlarla iletişime geçmeye çalışmış, kimse birbirini anlamadığı için konuşamadıkları hakkında susmak durumunda kalmışlardır. Biraz kendi dilini öğretmeye çalışmışsa da acı gerçek, kimsenin birbirini anlaması mümkün değildir.
Wittgenstein günlük hayatında çok miktarda İrlandalı görmektedir. Dili ve felsefedeki dil etkisini fark edince herkes İrlandalı görünümündedir. İnsanlarla oyun oynamayı çok sevmektedir. Oyun sırasında kuralları değiştirip insanların dili fark etmesini, varsayımlarla dolu hayatımızda dil oyunlarıyla anlaştığımızı anlamasını istemektedir.
Bazıları sözlükte felsefe maddesi yerine onun portresinin konulmasını teklif etmiştir. Çünkü felsefeden bir şey anlamamaktan sıkılmış, Wittgenstein’ın “işte bunlar hep dil” tarzındaki felsefesine kapağı atmışlardır. Wittgenstein felsefenin dil ile ilgili bir sorun olduğunu, filozofların felsefe yaparak bu dil problemini daha da karmaşık hale getirdiklerini savunmaktadır. Bir köylü “filozoflar saçmalıyor” derse dalga geçilir, ama Wittgenstein gibi Avrupa’nın en zengin ailelerinden birine mensup bir soylu kesinlikle haklı olmaktadır.
Felsefesi muazzam olduğu kadar hayatı da muazzam bir filozoftur. İkinci Dünya Savaşı’nda karşı cephede, Britanya tarafında savaşa katılmıştır. Aşk hayatı da kızlı erkekli karşı cephelerde geçmiştir. Meslek hayatı mühendislikten filozofluğa, maddi durumu zenginlikten garibanlığa bilinçli bir şekilde evrilmiştir. Bu müstesna kişilik hayatı tam anlamıyla tecrübe etmiş, felsefesini yaşamıştır.
1951’de kanser olduğunu öğrenmiş, tedavi olmamış, ziyarete gelen arkadaşlarına da “onlara söyleyin mükemmel bir hayat yaşadım” demiştir.