Daha önce Anne Benim Neden Anlamım Yok? diyerek anlam arayışının kaynağına bir soru sormuştuk. Şimdi de sıra annenin cevabına geldi. Anne bu soruyu “elinin körü” diyerek yanıtlar. Annelerin günlük hayatta sıkça kullandığı aşkınsal(transendental- deneyüstü) bir açıklamadır. Annemiz, yani anlam arayışının kaynaklandığı nokta, bizi belli belirsiz bir yanıta sevk ediyor ya da bunu yaşamaya sürüklüyor diyebiliriz.
Anne burada, “ben nereden bileyim” ya da “bu soru seni aşar” gibisinden bir tavır içindedir. Bunun bir diğer adı “transendental idealizm”dir. İki kavramın da ne anlama geldiğini çoğu insan bilmez. Ancak biliyormuş gibi yapmak, iletişimin temelidir. Hayatımız gerekli her şeyi bildiğimiz varsayımıyla ilerler. Elinin körü sözcüğü de bunun bir örneğidir. Halk kültüründe evrilmiş ve anlamı olmasa da bile anlama gelmek üzere şekillenmiştir. Bir anlamı olduğu varsayılarak kullanılmıştır.
Bir felsefe terimi olarak transendental idealizm de böyledir. Çoğu insan anlamını bilse de “bilemez”. Filozof Immanuel Kant tarafından gündeme getirilmiştir. Onun bile tam olarak bildiği söylenemez. Dil yapısının göreliliği neticesinde ne o tam olarak istediğini söyleyebilmiştir, ne de biz onu anlamışızdır. Dil ürünleri semboliktir. Anlam veren farklı bir sembole denk getirebilir. Dil yapısı bunu ortak uzlaşı ürününe çevirerek kişisel anlamı köreltir. Anlayacak olan da kendi anlamlarına uydurur. Anlam veren, anlatan kişinin anlamları bize bağlıdır. Günümüzde, yaşadığı sürece yaptığı gibi Kant, anlamın farklılığında diretemez. Ölümünden iki yüz on yıl sonra anlamları, anlamlarımız olarak elimizde şekillenmeye devam etmektedir.
Arı Usun Eleştirisi adlı yapıtında bu terimi ne anlamda kullandığını açıklamıştır. Ona göre: insanlar sadece görüntüleri deneyimler, kendinde şeyleri değil. Uzay ve zaman, ya da tüm öznel durumlardan ve sezgilerden soyutlanmış şeylerin belirlemesi, kendinde şeyler değildir. Uzay ve zaman aşkınsal olarak ülküseldir. (trensendantal ideal) Uzay ve zaman insanın hissedilir sezgilerinin öznel biçimlerinden başka bir şey değildir. Uzay ve zaman empirik olarak gerçektir. Dışsal biçimde bizden önce obje olarak gelen her şey uzay ve zamandadır. Bizim kendi içsel sezgilerimiz zamandadır. Kant’ın burada kendinde şey ve görünüş ayrımı yaptığını görüyoruz. Onun transendental idealizm çabası a priori akıl bilgisinin eleştirel bir değerlendirmesinden ibarettir. Akıl görünüşlere, kendinde şeyleri kendi eylemine ilişkin, fakat başkaları için anlaşılamaz kılarsa ulaşabilir. Bunun günlük hayattaki söylenişi elinin körüdür. Yani uğraşmayın, ben de anlamadım.
Belki çok önemli bir şeyden bahsediyor. Belki de en büyük gerçekleri açıklıyor. Ancak anlattığı şeyleri anlamanın olanağı yok. Sözcükler ne Kant’ın istediği anlama gelir, ne de o anlamla sınırlıdır. Kesin olarak anlatsa bile, bugünkü anlamı onun felsefesini irdeleyen kişilerce, çoktan değiştirilmiştir. Felsefe tarihi birbirinin anlamlarını yeniden anlamlandıran yorumcularla doludur. Hayat da böyledir. Birbirimizin sözcüklerini kendimizce yeniden anlamlandırırız. Hiç kimse bu yüzden kendini tam olarak ifade edemez. Anlayan kendince anlar. Zaten aracımız dil de anlamları öznel olmaktan çıkarmaktadır.
Anne Benim Neden Anlamım yok? sorusunun kısa cevabı elinin körü, uzun cevabı transendental idealizm olabilir. Hem anne(anlamsızlığımızın kaynağı), hem de Kant, anladığım kadarıyla(!) aynı şeyi söylemektedir. Yani anlam bulmanın olanaksızlığından bahsetmekte, anlam verebilirsiniz ancak abartmayın, terli su içmeyin demektedir. “Tersiz su için” deniyor olabilir, anlayana bağlıdır.
“El” yani “transendental” aşkın olana, “kör” yani “idealizm” de görsel olmasa da zihinde mümkün olana işaret eder. “El” dilimizde uzak, yabancı anlamına gelir. Transendental de, en azından Kant’ta, insan deneyiminin ötesinde olan- tecrübeyi aşan anlamındadır. Kısaca özetlersek, bu iki tümcenin “olabilir ama olmayabilir de” anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Sonuçta elinin körü diye bir şey olup olmadığını bilmeyiz, verilen cevap gerçek bir nesneye işaret etmeyebilir, ama bir şeyler anlar ve ortak bir anlama geldiğini var sayarız. Aşkınsal ülkücülük(transandental idealizm) denen tutumun da bunu söylediğini anladım.
Yukarıda birbiriyle ilgisiz gibi görünen iki kavramı ilişkilendirdik. İki farklı anlamı aynı anlamda birleştirmeye çalıştık. Deney üstü ülkü anlayışının “elin körü” ile ilişkisini irdeledik. Ancak söylemeliyim ki, bu yazıyı yazmadan evvel böyle bir fikrim yoktu. Elinin körü gibi “anlamsız ama anlamlı” deyimlerin anlamına ilişkin sorgulamalarım vardı. Bunu anlam arayışında kullanmak istiyordum. Yanına felsefi terimler eklersem nasıl olur dedim. Sonuçta felsefi terimlerin tanımını öğrenmedikçe, hepsi birer “elinin körü” idi. Zor bir terim düşündüm ve sırf anlaşılmaz göründüğü için “transandental idealizm” terimini seçtim.
Yazıda ikisini bağdaştırmaya çalıştım. Daha önce ortak bir anlamları yoktu. Ancak evirdim, çevirdim, büktüm. Anlamları ortaklığa sürükledim. Anlamların doğal bir potansiyeliydi bu. Anlamın göreliliği ve bükülebilirliğini sergiledim. Şu an bu iki tümce ortak gibi görünmektedir. Tek yapacağım işaretin yönünü değiştirmektir. Herkesin ortak olduğu varsayımlar kümesine yeni bir varsayım kattım. Dil adını verdiğimiz varsayımlar dizgesinin eleştirisini yaptım. Belki çoğunuz için bu bir hatadır. Felsefe de bir hataydı. İnsanlık da…
İlgisiz şeyleri bağdaştırmaya çalıştım ve tanımına uygun bir şekilde hata yaptım. Ancak bir şeyler anlattım. Anlamın mahiyetine ilişkin sorgulamalar yaptım. Okuyanlara anlamın anlamını fark ettirmeye çalıştım. Bariz bir hataydı bu, ancak işlevseldi. Gerçekte bulunmayan bir anlam için çabaladım durdum. Belki bir yerde bunu gerçek bile yaptım. Hatanın tanımına uygun, ancak “doğru”nun da tanımına uygun bir işti. Burada sormamız gereken soru: “hata nedir?” Gelecek yazıda hatanın nasıl başarı olduğunu, ve doğrunun yanlışlığını sorgulayacağız.
Anladığım kadarıyla “idealizm” anlamlandırma çabasından başka bir şey değilmiş. Materyalizm ‘in onu “tu kaka” ilan etmesiyle, gençliğimiz boyunca idealizme uzak durmuştuk. Ama Borges okuyorum diye solcu arkadaşların bana idealist damgası vurmasından kendimi sakınamamıştım. Ne yapayım Kant’ı anlamıyorum. Turkçesel uydurukça felsefe-sel diyalektinize de pek yabancıyım. Neticede modern felsefeyi materyalizm modere ediyor. Oysa materyalizm de hayata dair fikri deklarasyonu ile en baştan beri idealist sayılabilir. Gorüyor musunuz? anlamsız bir kelime olan “anlam”, ilintili diğer bütün meseleleri de kendisi gibi anlamsızlaştırıyor, deforme ediyor. Galiba sorun kelimenin kendisinde. “Anlam nedir?” etütlerinizin devamını bekliyoruz.
Ha bir de aslında şu var! Anlam nedir anlarsak bile, hatta bu anladığımız nazariyeden her şeyi baştan tanımlasak bile varoluş sancılarımızdan kurtulamayız. En dindar adam olsak ve göksel metinlere inansak, yahut CERN’de varoluşuk açıklaması küçük bir çocuğun bile anlayabileceği şekilde açıklansa.. Ne farkeder. Varoluş sancıları bitmez. BU genetik bir mesele, hatta evrimsel bir açıklaması da var. Biz yüzbinlerce yıl önceki atalarımızın genlerini, korkularını taşıyoruz. Kalıtım, bilgiden güçlüdür. Belki yüz bin yıl sonra, bugünkü fikri iklimlerin tesiriyle mutasyona uğrayacak olan genlerimiz olacak. O zaman varoluş sancılarımızdan kurtulacağız. Ya tanrı olacağız, ya da cennete tanrının kucağında huzura ereceğiz. Buralardan çözülmez bu işler :)