Gelişmişlik çevredekilere göre daha iyi durumda olmaya işaret eder. “Gelişmiş” ülkeler ise diğerlerinden daha güçlü olanlardır. Neyin iyi olduğunu ya da gücün tanımını tartışmak gerekir. Günümüzdeki uygulamaya bakarak genel gelişmişlik anlayışını sorgulamak mümkündür. G8 denilen en gelişmiş sekiz ülke vatandaşlarının mutluluğu ile değil devletlerin güçleri ile tanımlanmıştır. Dünyanın küçük bir bölümünü oluşturmalarına rağmen ekonomik hasılanın üçte ikisinin sahibidirler. Bu ülkeleri referans alarak gelişmişliğin sonunu sorgulayacağız. Gelişmenin bir sınırı var mıdır, gelişmenin sonucunda ne olacaktır?
Birçok ülke “gelişmekte olan” kategorisinde “gelişmiş” olmayı umut etmektedir. Her ülke gelişmiş olabilir mi? Burada hemen ekonomik durum göze çarpmaktadır. Gelişmiş dediğimiz diğerlerinden üstün olandır. Yani her zaman altta kalan birileri olmalıdır. Zenginlik de gelişmişlik gibidir. Varlıklarını fakirlere borçludurlar. Herkesin gelişmiş olmayı umut etmesi de birilerini geride bırakmak istemesi demektir ki gelişmişliğin sonucunun birilerinin geride kalması olduğunu öngörebiliriz.
Gelişmiş olmanın bir sonuç olmadığı da gözden kaçmamalıdır. Gelişmiş ülkeler sabit durmamaktadır. Gelişmiş olmaları onların halihazırda yeterince güçlü olduklarını ve hala güçlendiklerini ifade eder. Daha da büyümeye çabalamaları bize gelişmişliğin bir hedef olmadığını belli eder. Gelişme bir buluş, keşif ya da meziyet gibi ulaşılabilir değil; ulaşılmaz olandır. Gelişmişlik bir yarıştır ve sonu görünmemektedir. Gelişme tüneli zifiri karanlıktır ve bir yerlere ulaşmamız mümkünken bu tünelin içinde sonsuza dek kaybolmaktayız.
Yolculuğun bir sonu var. Bu da yolun sonu değil, bizim sonumuzdur. Toplumun Yok Oluşu ne yazık ki hızla yol aldığımız bir yarıştan ibarettir. Herkesin zengin olmaya çalışması gibi, her ülke gelişmiş olmak için çabalıyor. Arada istisnalar çıksa da insanlık yok olmaya uğraşıyor. Doğal hukuk burada gündeme geliyor. Suçun ve cezanın mevzuatta belirtildiği pozitif hukukun anlayışının aksine; doğal hukuk doğada bir hak tecellisinin bulunduğunu ifade eder. İlahi adalet olarak da benzerleri bulunan bu anlayışa göre hayat bir düzen içerisindedir ve her eylemin bir karşılığı vardır. Her şeyin hakkını bulması yalnız zaman meselesidir. Tabi bunu fark etmek gerekir.
Gelişmiş olmak için geri kalmışlar da gerekir. Gelişmiş olanın geri kalması da daha sonraki bir gerekliliktir. Fark etmek burada kilit önemdedir. Her şey doğar ve ölür. Tarihin Terazisi gelişmişlik yarışının sonucunu bize belli ediyor. Çok yakında her ülkenin doğup ölmesi gibi insanlık da gelişme hayalleri içindeyken hayatına son verecek. Gelişmişlik için bedel ödemeyeceğimizi sananlar varsa çok şaşıracak. Gelişmiş bir hayat için hayatın sonuna ve toplumun yok oluşuna yarışıyoruz. Ancak felsefeyle meşgul olanlar Rousseau’nun medeniyet eleştirisini ve Anaksimandros’un apeironunu tanıyacaklar. Biraz çevresinden haberi olanlar dinlerin neden adaleti öğütlediğini anlayacaklar. Tarihin de uygulamalı felsefe olabileceği insanlık tarihe karışırken anlaşılacak.
İki ihtimalden biri olarak uzay kolonizasyonu meselesine de değinmek lazım. Malum birinci ihtimal doğal kaynakların tükenmesiyle devletlerin gelişmişlik yarışının sona ermesi, iktidarın küçük çetelerle organize edilebilir hale gelmesi. Bkz: Mad Max filmi… Uzay kolonizasyonu ise ikinci bir ihtimal, yani bu yarışı yıldızlara taşımak. Neticede üstad haklı: “Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm. Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz, ya dünyamıza inecek ölüm.” Nazım Hikmet
Çevremizdeki hayata ulaşamazken dış uzayda bir şeyler aramanın anlamını merak ediyorum. Acaba bu arayışlar ne kadar boş bir hayat sürdüğümüzün belirtisi mi? Dünyayı ne için harcıyoruz, bireysel olarak da ne için yaşıyoruz?