Hayat saçma mı? Felsefi açıdan irdeleyelim. Saçma(Abes, batıl, absürd) Öklid’in geometride kullanımıyla doğru ve yanlış arasındakidir. Felsefede birçok anlamda kullanılır. Varoluşçular genelde “anlamsız”ı ifade etmek için kullanırlar. Heidegger, Kierkegaard ve Sartre gibi varoluşçular insanın hayata yabancılığını ve evrenin anlamsızlığını dile getirirler. Saçma, Heidegger’e göre, boğuntu; Sartre’a göre, yaşamak için geçerli neden olmayış; Camus’ye göre, insanlık durumunun tutarsızlığı; Jaspers’e göre ise, insanın doğa ve tarih içinde kaçınılmaz durumudur ve mahkum oluştur. Varoluşçular hayatı saçma görürken, Lenin gibi marksistler: saçmacılığın bazı düşünceleri saçmaya indirgeyip- küçümsemek amacıyla çıktığını düşünür. Hayatın saçma olduğunu düşünen Albert Camus’ye(1913-1960) göre insanın en büyük sorunu doğru ya da yanlış olmayan yaşamaya katlanılıp katlanılamayacağıdır.[dmy.info/iyi-insan]
“Yalnızca gerçekten ciddi bir tek sorun var: İntihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediğini düşünmek, felsefenin temel sorusunu yanıtlamaktır. Dünyanın üç boyutlu olması, zihnin dokuz ya da on iki kategorisi olması gibi sorunlar sonra gelir. Bunların hiç önemi yok. Yanıtlamak gerek önce. Nietzsche’nin de söylediği gibi, bir filozof saygıdeğer olabilmek için özüyle sözü bir olmak zorundaysa, bu durumda yanıtın önemi ortaya çıkar, çünkü yanıt kesin davranışı önceler. Bunlar yürekte kendini gösteren apaçıklıklardır, ama onları zihinde aydınlık kılabilmek için derinleştirmek gerekir. “…Kötü nedenlerle bile açıklanabilen bir dünya içten bir dünyadır. Tersine yanılgılardan ve ışıklardan birdenbire yoksun kalan bir dünyada insan kendini yabancı duyar. Bu sürgün uzak bir ülkenin anılarından ya da adanmış bir toprağın umudundan yoksun kaldığı için çaresizdir. İnsanla yaşamı arasındaki kopuş,oyuncunun dekorundan kopuşu gibidir, bu da tam olarak saçmanın duygusudur. Albert Camus, Saçma ve İntihar’ dan alıntıdır.
Camus’ye göre saçma: İnsan ile dünya arasındaki iki kutuplu ilişkide, Tanrı’nın var olmaması nedeniyle, dünyanın insani ideal ve değerlere destek sağlayamaması, insani özlemlere kayıtsız kalması durumu.
Yine Camus’ye göre yapacağımız şey “yaşamak” tır. Hayatın ne olduğunu ve neden yaşadığımızı bilmiyoruz. Keşfedecek yeteneğimiz de yoktur. Ama mevcut aksamı bozacak bir hareket de onu yüceltmek kadar anlamsızdır. Camus’ nün çözümleyici bir duruşu vardır. Schopenhauer gibi intihara övgüler düzmez. Ya da Nietzche gibi üstün insan için harekete geçmeye çağırmaz. Hayatı insana göre saçma bulur. Bir kedi olmak evrene karşı susmaktır. Evren de ona karşı susar. Fakat insan böyle değildir. Sartre’ ın dediği gibi insan dünyaya atılmış gibidir. Bizim hayatın dışını anlamaya kabiliyetimiz yoktur. Heidegger de insanın saçmalığı fark ettiğinde “umutsuzluk çölüne” düşeceğini ve intihar fikrini edineceğini söyler. Bu yüzden sürekli kendimizi avuturuz. Felsefenin veya sorgulamanın çok olmamasının sebebi de budur. İnsan hayat hakkında düşünüp saçmaya varır. Yaşamın hedefsizliğinin farkına varan insan da yaşamaya gönüllü değildir. [bak. dmy.info/hayat-bos-mu]
Bak: dmy.info/intihar-nedir-felsefi-intihar/Bak: dmy.info/olum-nedir/ Bak: dmy.info/hayat-hata-mi-yasamak-yanlis-mi/ Bak: dmy.info/yasama-istegi-icgudusu-nedir/
‟Ne Yapalım,‟ diyordum, „ölmem kaçınılmazmış!‟ Başkalarından önce ölecektim, su götürür yanı yok bunun. Ama herkes bilir ki, hayat yaşamaya değmez. Aslına bakarsanız, insan ha otuzunda ölmüş ha yetmişinde, pek önemli değildi. Çünkü, her iki halde de, pek doğal ki, başka erkekler de, başka kadınlar da yaşayacaklardı, hem de binlerce yıl… Şimdi de olsa, yirmi yıl sonra da olsa yine bendim ölecek olan. Şu anda beni bu düşüncemde biraz üzen şey, yirmi yıl daha yaşamayı düşünürken, yüreğimin korkunç derecede hoplamasıydı. Ama onu bastırmak için, yirmi yıl sonra yine o gün gelip çattığı zaman, düşüncelerimin ne olacağını hayal etmek yetiyordu. Değil mi ki insan ölecekti, öyleyse bunun ne zaman ve nasıl olacağı pek önemli değildi. Yabancı adlı romanından, s.109
..Bir suçsuzu canavarca bir cinayetle suçlarsam, erdemli bir adama öz kız kardeşine göz diktiğini söylersem, bana bunun saçma olduğunu söyleyecektir. Bu kızmanın gülünç bir yanı var. Ama derin nedeni de var. Erdemli insan kendisine yüklediğim eylemle bütün yaşamının ilkeleri arasındaki kesin karşıtlığı açıklar bu yanıtla. „Bu uyumsuzdur‟ demek „Bu olanaksızdır‟ demektir, aynı zamanda „Bu çelişkilidir‟ demektir de. Bir adamın silahsız olarak bir mitralyözlüler topluluğuna saldırdığını görürsem, eyleminin uyumsuz olduğu yargısına varırım. Ama ancak onun niyetiyle kendisini bekleyen gerçek arasında bulunan oransızlık, onun gerçek güçleriyle güttüğü amaç arasında kavrayabildiğim çelişki dolayısıyla böyledir bu. Bir kararın uyumsuz olduğu kanısına da bu kararı olayların buyurduğu bir kararla karşılaştırarak varırız. Gene aynı biçimde, uyumsuz yoluyla kanıtlamayı da bu uslamlamanın sonuçlarını kurmak istediğimiz mantıksal gerçekle karşılaştırarak yaparız. En basitinden en karmaşığına kadar, tüm bu durumlarda uyumsuzluk karşılaştırmanın terimleri arasındaki uzaklık büyüdüğü ölçüde büyük olacaktır. Uyumsuz evlenmeler vardır, uyumsuz meydan okumalar, kinler, susuşlar, savaşlar, hatta barışlar vardır. Bunların hepsinde de uyumsuzluk bir karşılaştırmadan doğar.. Sisifos Söyleni
Onu bana betimliyorsunuz, bana onu sınıflandırmasını öğretiyorsunuz. Yasalarını sayıyorsunuz; ben de bilme susuzluğum içinde bunların doğru olduklarını kabul ediyorum. Mekanizmasını tanıtlıyorsunuz, umudum büyüyor. Sonunda bu sihirli ve karmaşık evrenin atoma, atomun da elektrona indirgendiğini öğretiyorsunuz bana. Bütün bunlar güzel, gerisini de anlatmanızı bekliyorum. Ama siz bana elektronların bir çekirdek çevresinde toplandıkları görünmez bir gezegenler takımından söz ediyorsunuz. Bu dünyayı bana imgeyle açıklıyorsunuz. O zaman dönüp dolaşıp şiire geldiğinizi anlıyorum; hiçbir zaman bilemeyeceğim. Buna kızmaya zamanım mı var? Şimdiden kuram değiştirdiniz. Böylece bana her şeyi öğretmesi gereken bu bilim varsayımda sona eriyor… Böylece us da kendi yöntemince bu dünyanın uyumsuz olduğunu söylüyor bana… Sisifos Söyleni
Bu dünyanın kendisini aşan bir anlamı var mı, bilmiyorum. Ama bu anlamı bilmediğimi, öğrenmenin de benim için şimdilik olanaksız olduğunu biliyorum. Kendi koşulumun dışında olan bir anlamın benim için anlamı ne? Ben ancak insan ölçüleriyle anlayabilirim. Dokunabildiğim şey, bana karşı direnen şey, işte budur benim anladığım. Bu iki kesinlik, saltıklık ve birlik isteğimle bu dünyanın usa ve mantığa uygun bir ilkeye indirgenmezliği, bunları uzlaştıramayacağımı da biliyorum. Yalana başvurmadıkça, benim olmayan, benim kendi koşulumun sınırları içinde hiçbir anlam taşımayan bir umudu araya sokmadıkça, bundan başka hangi gerçeği tanıyabilirim? Sisifos Söyleni