Daha önce hayatın anlamını birçok kez sorgulamıştık. (1, 2, 3, 4, 5 ) Kendim biliyor gibi yapmıştım ki bulabilecek olanlar gayret etsin ve bu gizemi çözsünler. Ancak tüm yazılanlara rağmen herhangi bir gelişme yaşanmadı. Dışarıdan veya kendimden kesin bir çözüm bulamadım. Bekledim ki soruyu sorduğum hayat yanıt versin, en azından bir ipucu göstersin. Ancak böyle bir şey olmadı. Felsefe tarihinde yaklaşık iki bin yıldır herhangi bir gelişme olmamasına bakılırsa mağdur olduğum söylenemezdi. Ancak gittikçe daha da meraklanmamak elde değildi. Bir anlam bulamamak anlaşılır, insanın her isteği olmuyor, ancak gittikçe artan merak duygusu bir garipti. Bir anlama ulaşılamıyorsa, neden binlerce yıldır merak ediyorduk? Olmayan bir şeyi mi arıyorduk?
Bir de böyle düşüneyim dedim. Dil felsefesi falan yaptım. Yani anlamın anlamını sorguladım. Şöyle sorular sordum: Problem hayatın anlamı mı, hayatın anlamsızlığı mı? Galiba anlamsızlığı, çünkü ancak bunu iddia edenler tarafından aranıyor. Diğer canlılar pek ala kendi anlamlarına sahip. Bu bir eksiklik, can sıkıntısı, boş iş olabilir mi? Anlam arayanlar, aslında kaybedenler mi yoksa tam aksine yokluğu fark edenler mi?
Sonra şöyle de düşündüm: İnsanların küçük bir kısmı hayatın anlamını sorguluyor. İnsan da canlıların ufak bir kısmıdır. Öyleyse, insanın ve insanda da sorgulayanların nitelikleri nelerdir? İnsanın doğadaki farklı tarafına baktım. İnsanın iletişim yönü ile doğadan ayrıldığını gördüm. İnsan birbiriyle daha iyi anlaşabildiği için bugünkü niteliklerini edinmişti. Dil dediğimiz sembolik varsayımlar, birbirimize güven ve inançla birleşerek iletişimde devrim yapmıştı. Biz, anlaşabildiğimiz için bugünlere gelmiştik. Demek ki, insanlığın farkı buydu. O halde insanlığın içinde hayatı sorgulayanlar da ayrıca böyle bir niteliğe sahip miydi?
Yani hayatın anlamını arayanlar iletişimle ilgili bir sorun ya da gelişme mi yaşıyorlar? Düşünmek kendi kendine konuşmak, konuşmak da bir şeyleri simgelemek ise, insanın semboller düzeneği, “dil” ile ilgili problemleri olmalıydı. Buradan, bu konuya kafa yoran insanları düşündüm. Belki de basit bir iletişim problemi yaşıyorduk. Felsefe aslında bir dil problemi olabilirdi. Ancak hangi felsefe? Daha önce de söylediğimiz gibi, sözcükler sembolik seslerdir. Herkes kendine göre anlar. Felsefeden ne anladığımıza bağlı olarak, dil ile ilişkisi ortaya çıkar. İletişime ait sorunlar içerisinde yer alan metafizik(fizik ötesi) ifadelerin dilsel problemler olduğunu düşündüm. Doğal varlıklarla ilgili olmayan, fiziksel dünyanın ötesine ait çıkarımlar tamamen iletişim sorunu olmalıydı. Hayatın anlamı nedir? Evren neden var? Hayat neden bu şekildedir? gibi sorular, cevabı verilemeyecek tanımsız arayışlardı. Çünkü günlük yaşamda oluşan dil ile, bunun ardını, mesela Tanrı’yı, evrenin nedenini vs. kavrayamazdık.
Örnekle açıklayalım. Bir kişinin özelliklerini belirtirken, dildeki ortak sözcükleri kullanırız. Kızgın, mutlu, şaşkın, meraklı gibi sözcüklerle nitelerken aslında hiçbir zaman tam olarak anlam veremeyiz. İnsan tamamıyla kızgın olmayabilir, içinde biraz korku hissediyor da olabilir. Belki kızgın görünüyordur ancak çok şaşkındır. Dışarıdan gördüğümüzle yargılamanın yanlışlığı bir yana, bir de onu tam ifade edememe sorunumuz vardır. Aslında yaptığımız doğru sözcüğü aramak, ancak bu da gerçekte hiçbir zaman mümkün değildir. Hayatın anlamı da böyle olabilir. Anlamın kendisi olmadığımız sürece tam olarak anlayamayız. Anlasak bile, dildeki ifadeler onu yabancı bir kalıba sokacaktır. Niteliklerini hiçbir zaman betimlemeyecektir, çünkü dil üzerinde uzlaştığımız ve doğal hayattaki nesneleri nitelendirmek için kullandığımız bir düzenektir. Bir kişinin kızgın olduğunu söylemek gibi, onu diğerlerine benzetmek zorundayızdır. Hayatın anlamını ifade etmek diğer tüm nitelemeler gibi hayatın içindekilere göredir. Bulanık bir özelliktedir. Tam olarak bilinemez, söylenemez.
Hayatın anlamı yerine hayatın anlamsızlığı sorunundan bahsedebilir miyiz? Hayatın belirlenebilir bir anlamı yoksa ancak anlamsızlığını konuşabiliriz. Bu durum da bunu sorgulayan, hatta hayatını adayan insanların özellikleriyle ilgilidir. Madem bir anlamı bulmak, en azından ifade etmek mümkün değil, neden arayışa devam ediyoruz? Belki de önlenemez bir hataya imza atıyoruz. Hata derken, yaratıcı bir çabayı kastediyorum. İnsana yol açan genetik mutasyonlardan, bilgisayarlardaki beklenmedik gelişmelere kadar, hayatın anlamını aramaktan bahsediyorum.
Bilgisayarlar 0 ve 1 sayıları ile çalışır. Ekranda görünen her şey, enerjinin 0 ve 1 olarak işlenmesinden ibarettir. Kesin olarak belirlenmiş işlemler belirli yolları izleyerek görsel veri çıktısını oluşturur. Ancak bazen, her şey ayarlanmış ve kesin olarak belirlenmiş olmasına rağmen beklenmedik şeyler olur. Bilgisayar kendinden beklenenin dışında davranır. Anlam verilemeyen bir harekettir. Bütün mantık kesinliği içerisinde olmaması gereken, ancak genellikle olan gelişmelerdir. Hata verebilir, donabilir, işe yaramaz eylemlerde bulunabilir. Bunlar insan için olumsuz olsa da, bilgisayarın kendi eylemleridir. İnsanın kölesi olmaktan farklı bir yaşantı oluşmuştur.
İnsan da böyle kesinlikler içerisinde hata yaparak insan olmuştur. Eğer doğada çok başarılı olup, düzene ayak uydursaydık, hala birbirimizi avlıyor olurduk. Yaban hayatındaki zayıflığımız yüzünden farklı yollar bulmak zorundaydık. Doğanın katı kuralları içerisinde alışılmadık eylemlere giriştik. Doğayı sorguladık. Doğal düzen içerisinde bir hata gibi görünen davranışlarda bulunduk. Kendi yiyeceğini üretmek, kendi iklimini oluşturmak, kendi giyisini yapmak hiç de doğal davranışlar değildi. Hayata göre hataydı.
Buradan da gezegenler arası düşünebiliriz. Canlı yaşamı şimdiye kadar yalnızca Dünya’da gözlemlenmiştir. Şimdiye dek baktığımız milyonlarca gezegende belirgin bir yaşamdan söz edilmemektedir. Görünen uzaydaki gelişmelere bakılırsa canlı yaşamı bir hata gibidir. O kadar ender ve sıradan kurallara aykırıdır ki, bir hastalık olduğunu söylemek mümkündür. Kesin fizik kurallarını kullanarak bu kuralların dışına çıkabilmekte, karar vermek gibi eylemlerle enerjinin doğal döngüsünü değiştirebilmektedir.
Tüm bunlara bakarak hayatın anlamını aramanın bir hata olduğunu, ancak hatanın da hayati bir eylem olduğunu söyleyebiliriz. Bu yaratıcı eylemin anlam buldurmak yerine farklı edimler sağladığını düşünüyorum. Hayatın anlamını arayanlar kesin bir anlam bulamayacaktır, ancak bu yolda hayatın, insanın ve bilgisayarın edindiği gibi tecrübe edinecektir. Anlamlandırma uğraşında olan birey, mevcut olanı sorgulayıp eleştirebilecektir. Böylelikle hayatı dahi sorgulayabilirken hayattaki küçük olayları daha iyi değerlendirecektir. Bu hatası da tarih boyunca birlikte olacağı bir alışkanlık olacaktır. Hareketlerin anlamını sorgulamak, içindekileri daha iyi görebilmek için, hayatı sorgular tutumda kalacaktır. Bak: dmy.info/farkliliklara-saygi
Sizin “Anlam” dediğiniz bir kelimeden ibarettir. Buhranınızı bu kelime ile ifade ederek bütün okurlarla aynı mesel üzerinde mütabık kaldığınızı varsayamazsınız. Anlam kimine göre doğal sistematiğin çelişkisiz bir şekilde tanımlanması, mutlak nesnel gerçeklik; kimine göre varoluşun akıllı tasarım olup olmadığı; kimine göre ise hayattaki gayemiz, vazifelerimiz gibi yorumlanabilir. Esasen felsefi bir problem hiçbir zaman olmadı. Felsefeciler birkaç onbinlik sözlüklerle karışık sorular icad etmeye bayılıyor. Sormak istediğiniz soru tam olarak nedir?
Felsefecinin vazifesi soru tasarımıdır. Bence üç olası durum var:
1- Mükemmel soru: Soru sorulduğu anda cevaba giden süreç belirginleşir. Cevap olsun veya olmasın mesele gerçeklikle ilişkilidir. Bilinsin veya bilinmesin. Cevabı verecek muhatap bellidir.
2- Premature soru: Aynen “hayatın anlamı” sorusu gibi. Soru net değildir. Bu konuda bir karışıklık olduğunun ipucunu verir ama muhatap bulamaz. Felsefecinin mutsuz bir insan imajı bu tür sorulardan kaynaklanır. Romantik sorulara romantik cevaplar şairi tatmin edebilir; ama felsefeci romantik sorularına nesnel cevaplar ister.
3- Paradoks: Bilinen nazariyelerle cözümü olmayan, bu nedenle yeni sistematiklere ihtiyaç olduğunun göstergesi olan sorular. Çok yönlü yanlışlamalar, meydan okumalar.