Avukatınız yoksa hakkınız yoktur. Hukuk sistemimiz buraya kadar gelişti. O kadar gelişti ki kimin ne hakkı var kimsenin haberi yok. Üstelik bu sistem tüm dünyayı sarmış durumda. Her halde çok kanun koyunca çok haklı oluyormuşuz gibi hissediyoruz. Kanunların içine da avukatları atıyoruz ki ortada hukuk olduğuna dair inanç sağlansın. Aslında böylelikle kendimizi kandırıyor ve hakkımızı örtbas ediyoruz. Bak: dmy.info/hak-nedir
Yerleşik hayata geçtiğimizden beri bugünkü anlamıyla hak mücadelesi yaşanmaktadır. Göçebe hayatta da haklar vardır, ancak bunlar daha çok yaşama hakkının korunmasıyla ilgili ferdi çabalardan ibarettir. Bir yerde sürekli durmak, yani şehir hayatı ise uzun süreli kalıcı ilişkileri ve ilişkileri düzenleyen kuralları getirmiştir. Başlangıçta yazılı bile olmayan kurallar basittir. Gittikçe karmaşıklaşan toplumun kuralları da acayip bir hal alır.
Günümüzde insanın haklarını tam anlamıyla bilmesi olanaksız bir hal almıştır.Binlerce sayfa kanun ile hakları ve yaptırımları bilmek yetmemekte, devlet kurumlarını, iktidarı, uluslararası antlaşmaları, toplumsal normları, gelenekleri ve saire birçok düzenleyici unsuru bilmek gerekmektedir. Bunun için avukatlık, yani daha anlaşılır şekliyle dava vekaleti gündeme gelmiştir. Bir hukukçuyu vekil kılarak bizim için işlerimizle ilgilenmesini sağlıyoruz. Belki çoğumuza uygun gelebilir, ama birey hakkını aramıyorsa ne işe yarar? gibi bir soruyu gündeme getiriyoruz. İnsan hakkını aramıyorsa toplumda yer alabilir mi? Bunu bir sormak gerekir.
Avukata teslim edilen hak arama mücadelesi bizi toplumdan soyutlamaktadır. Modern düzen içerisindeki sayısız mevzuat bize hak vermemektedir. Toplum olmanın farklılıklara saygı ve hakların paylaşılması ile ilgili olduğu düşünülürse vekaleten savunulan hakkımız ile toplumsal birey olma özelliğimizi sınırlamaktayız. “Hukuktan avukat anlar” lafzı ile toplum içerisinde temel varlığımız olan haklarımız bize yabancılaşmaktadır. Böylelikle güdülmeye müsait otomat insanlar ortaya çıkmakta, bu da insanlığın sorunlarına kaynak teşkil etmektedir.
Başkaca ve önemli bir husus da böyle bir hukukun geçerliliğidir. İnsan olmaktan çıkabiliriz, ancak sistemin kabul edilebilir olması insanın hakkını aramasına imkan vermesi ile sağlanabilir. Avukatı es geçip hakkını aramak isteyen bir insana alan bırakmamışız. Mevzuatı bırakalım, temayüller, ictihadlar ve formaliteler ile vatandaşın hakkını avukata başvurmakla sınırlamışız. Bir insan davasını kendi başına göremez hale gelmiş. Kendimizi savunmak için başkasına muhtaç isek bu sistem nasıl meşru olabilir?
Bu sistem tüm dünyada yaklaşık olarak aynı şekilde işlemektedir. Geri kalmış diye beğenmediğimiz Osmanlı dahi çağdaş dünya devletlerinden daha geçerli bir hukuka sahipti. Toplulukların kendi belirledikleri kanunlara göre yargılanma hakları vardı. Bunun yanında yargılama halkla iç içe ve gözleme açık şekilde gerçekleşiyordu. En önemlisi de herkesin hakkını araması için derdini söylemesi yetiyordu. Yargıç halkın sözlü ya da sözsüz rızasını dikkate alarak kamuoyuna uygun bir yargılamayı savunma olmadan da sağlayabiliyordu. Karmaşık sistemde böyle bir çözüm en alakasız coğrafyaları bile uzun yıllar birlik içinde tutmuştu.
Bu yazının temel sorunu insanın toplumdaki temel varlığı olan hakkın soyutlanmış olmasıdır. Bireysel haklar mevzuatta eşittir, ancak mevzuat bireyi aşmıştır. Avukatı olmayana hak vermeyen bir düzen meşru değildir. Avukat da sonuçta maddi çıkara bağlıdır. Paraya bağlı olan hiçbir şey de insanlığa hayır getirmemiştir. Böyle bir hak düzenlemesi ancak büyüklerin oyununa yarar. Yani insanlığın en büyük sorunu olan kapitalist sömürünün hukuktaki yansıması ile de mücadele etmekteyiz.
Toplumun varlığı hakların ulaşılabilirliği ile doğrudan ilgilidir. Her şeye yabancılaştığımız gibi, hukuka da yabancılaşmamız toplumun yok oluşundaki temel sorunlardandır. İnsanın hakkına ulaşmasını sağlayıcı değil, engelleyici düzenlemeler yapıyoruz. Yüz binlerce kanun, tüzük, kural, sözleşme bize hak değil engel getirmektedir. İnsan oluşturduğu hukuk kadar karmaşık değildir.
İnsan hakkını isteyecek basitlikte bir canlıdır. Ne yazık ki bu basitliğe değil tam tersine doğru gidiyoruz. Bir insan için adalet ne mahkeme salonudur ne de binlerce sayfa yazıdır. Hak aramak kanunu dile getirmek değildir. Hak arayınca her şeyin yerine gelmesini isteriz. Bu kadar basittir. Hak edilen şey aynı yerine konsun. Adalet istemek böyle bir şeydir. Her şey olması gerektiği yerde olmalıdır. Bu da hakkını arayanla hakka tecavüz eden arasında bir alışverişi gündeme getirir. Sonraki yazıda bunu tartışacağız. Bak: dmy.info/adalet-nedir