Önümde bir sınıf dolusu öğrenci var. Hepsi gelecekte bir meslek sahibi olmayı hayal ediyor. Gelecekte bir işin ucundan tutmak istiyorlar. Ders çalışıyorlar ki ailelerini gururlandıracak işler yapabilsinler. Çalışmak istiyorlar, bunun için çalışıyorlar. Hepsi iyi niyetlerle dolu birer fidan. Toplumun elinde yetiştirilmeyi bekliyorlar. Toplum ise onları açlık sınırının altına itiyor. Çocuklar doğdukları anda fakir bırakılıyor. Onlardan önce dünyaya gelenler düzeni böyle kurdu. Çoğu bir iş yapamayacak. Çoğu açlık çekecek, çünkü bazılarının daha fazla yemesi için çoğunluğun hiç yememesi gerekiyor.
Her yıl işsizler yetiştiriyoruz. Dünyada iş yok. İnsanlar için iş bırakmadık. Açgözlülüğümüz işimizi elimizden aldı. Kazanç için makineleri kullanmaya başladık, insanlığı yok olmaya bıraktık. İnsanlar çok masraflı diye her işi makinelere yaptırmaya başladık. Düşünceyi bile yapay zekaya yaptırarak insanlığı kökten kurutmaya niyetliyiz. Böyle bir ortamda yeni kuşakları yetiştiren öğretmenler olarak öğrencilerin yüzüne baktığımızda işsizlik tablosunu görüyoruz. Büyük heveslerle geleceğe hazırlanan gençlerin hayallerine ulaşması zor görünüyor. Toplum olarak bunu her geçen gün daha da zorlaştırıyoruz.
Eskiden yüz kişinin sürdüğü tarlayı bir makine sürüyor. İnsan gözetimi olmadan da bunu yapabiliyor. Çayı, kahveyi makine yapıyor. Fabrikada kesim, biçim, montaj işlerini makineler yapıyor. Binlerce kişinin çalıştığı fabrikalarda birkaç kişi çalışıyor. Onlar da acil durumlar için bekletiliyor. İletişim, ulaşım, haberleşme işleri tümden makinelere kaldı. Eğitimi bilgisayardan, eğlenceyi televizyondan, insanlığı internetten öğrenir hale geldik. İnsana iş kalmadı.
Her yıl iş gücüne 1 milyon kişi katılıyor. Yeni istihdam ise 400 bin civarında. Mevcut işsizlik 3.5 milyon ve bunlar Ocak 2015 verileri. Giderek artan bir işsiz nüfus var. Üstelik bunları TÜİK’in hafifletilmiş verilerine dayanarak söylüyoruz. 2016 için durum hiç de iyi görünmüyor. Dünya da da işsizlik giderek artıyor. İşsizlik işsizlerin iş bilmemesi ya da çalışmamasından değil iş olmamasından kaynaklanıyor. Yani hayatımızı kazanacak bir işe ihtiyacımız var, ama öyle bir iş yok. Daha doğrusu şirketler bize gıda ve barınma gibi ürünleri satmak için bekliyorlar, ancak işçi almıyor ve maaş ödemiyorlar. Bu da garip bir tezatı doğuruyor.
İş yok, ama satılacak ürün var. Bunları kim alacak? Burada devletin vatandaşı alt yapı hizmetlerinde çalıştırması gibi öneriler getiriliyor. Ancak sürdürülebilir bir model yok. Geriye tek seçenek kalıyor. O da nüfusun sağaltılması. Şirketler bu kadar insana gerek duymuyor. Ürünlerini alabilecekler yaşasın, geri kalan yaşamasa da olur. Bu anlayışın ürünü olarak Ortadoğu ve Afrika verilebilir.
Herkes insanın hayattaki yerinin garip bir hal almaya başladığını biliyor. Herkes değişim istiyor, ama değişmek istemiyor. Değişiklik olsun diyor, ama değişmeye çalışmıyor. İşte Ortadoğu dediğimiz yer bunun bir örneği. Herkesin şikayeti var, hep memleket meseleleri konuşulur, ancak çözüm yoktur. Değişiklik isteği var, çabası yoktur. Böyle bir ortamda ne biz şirketlerin müşterisi olabiliriz, ne de çocuklarımız olmayan işlerde çalışabilir.