“Dün akıllıydım, dünyayı değiştirmek istedim. Bugün bilgeyim, kendimi değiştiriyorum.” demiş Mevlana. Kendimizi değiştirmek dışında bir değişim yoktur. Başkasını değiştirmeye çalışmak hüsranla sonuçlanır. Herkes kendine göre mükemmeldir. Mükemmel olduğuna inandığı için başkasını değiştirir. Herkes başkasını değiştirmeye çalışınca da kimse değişmez. Herkes birbirinin yanlışıdır. Kapılar değişime kapalıdır, kişi de başkalarını değiştirmek için dışarıdadır.
Kimse kimseyi değiştiremez. Başkasını düzeltemeyiz, zorla güzellik olmaz. Kimse başkasının yanlışını düzeltememiştir, ancak başkasına kendini değiştirme olanağı verilebilir. O da değiştiren kişinin kendine bakmasıyla mümkündür. Sadece örnek olabiliriz, sadece yol gösterebiliriz. O yoldan yürüyecek olan karşıdakidir. Onu zorla yürütürsek yolda devam edemez, bilmediği yolda perişan olur ve yoldan geri dönüp yola düşman bile olabilir.
Kişi zaten en iyisi olduğuna inandığı kişidir. Hayatını bu şekilde sürdürmekte karar kılmıştır. İhtiyaç duysa gerekli değişime ulaşır. Değişime ihtiyaç duymadığı ve mükemmel olduğu için sizin hoşlanmadığınız kişidir. Bu nedenle karşıdakini değiştirme amacıyla yaklaşmamız ona bir saldırıdır. Kendi mükemmel benliğini tehlikede hissedince savunmaya geçer, kapıları kapatır. Değişime açık değildir, değiştirmeler ters teper. Değişime de düşman olur.
Dünyayı değiştirmenin tek yolu vardır, Gandhi’nin dediği gibi, görmek istediğiniz değişim olmak. İnsanları zorlamak yerine örnek olmalı ve kendilerini değiştirmelerine imkan vermelidir. İnsan en çok kendini sever. Kendi keşfederse, kendi değişirse, yani kendinin olursa sahip çıkar. Başkalarını eleştirmek, şikayet etmek boşuna. Yalnızca örnek vererek değişim sağlayabiliriz. Teori ispatlanmaya mahkumdur, insanlar teorinize değil ispatınıza bakar. Hele ki halk içinde konuşuyorsak teoriye ne vakit ne de dikkat vardır. Yalnız iyi bir örneği, güzel bir hikayeyi herkes dinleyecektir.
Herkesi kafir ilan eden bir halk vardı. Şimdi o halkın yarısı bir şeytanı, öbür yarısı başka bir şeytanı tutmakta. Eleştirdikleri ülkeler kurtarıcı oldular. Gariban halk ise yıllardır kötülediği batıya gidebilmek için can atmakta. Kafirlerle, düzelmesi gereken yanlış adamlarla yaşamak için her şeyi göze almakta. Batının yanlışlığından bahseden molla şimdilerde Youtube’da, başkasını değiştirmek için verilen fetvalar 280 karaktere sığmıyor.
Vay! resmen tespitleriniz beynimde kıvılcımlar çaktı. Hele ki son sözünüz günümüzü özetler nitelikte. Ayrıca evet bende başkalarını değiştirmeye çalışırken kendimi harap ettiğimi fark ettim. Sosyal medyada bir yorumumda şöyle belirtmiştim. ‘Kadınlar el uzatmadan erkeğin el uzatması centilmence değildir’ diye Altına gelen yorumda bana bozuk bir türkçe ve argo ile ” hangi devirde yaşıyorsun.” gibi bir yorum geldi. Yazım kurallarına dikkat ederek ve elimden geldiğince hakaret etmeden ‘biz devire göre değil terbiyemize göre hareket ederiz’ dedim. Sonra Profil resminde türk bayrağı yanında asker bulunan biri, yine bozuk bir türkçe ve argo ile bana ”yobaz” dedi. Ben o sinirle de yorumları sildim. Yobaz isem niye bu insanlar için askere gidiyorum ve niye bu insanların olduğu bir ortamda kendimi yıpratıyorum diye iç geçirdim. Neyse ki böyle yaftacı insanlarında nefes almaya hakkı olduğunu ve azınlıkta olduklarını varsayarak bu düşüncelerden uzaklaştım. Değişim ve örnek olmadan bahsediyorsunuz fakat ben 0 – 11 yaş arasında ki çocuklar kadar örnek alan ve değişime açık bir yetişkin veya ergen daha görmedim. Bu yaş aralığı dışındakiler birer kapalı kutu ve bağnaz. Çoğunluk sosyal medya iletişim kurduğum için fikirlerim olsun yazım kurallarım olsun hep örnek niteliğinde olmasına dikkat ediyorum. Fakat insanların daha da kötüye gittiğini görüyorum. Çocukluğum ise büyüklerimin yapmış olduğu çocukça davranışları uyarmak onlara nasihat vermekle geçti. Çocuk gibi yaşamaktan çok bir yetişkin gibi büyüdüm. Peki değişen bir şey var mı yine bildiklerini okudular. Artık yeter. Sizin bu tavsiyeleriniz den sonra değişimi istediğime eminim ve bu değişimi sadece kendime uygulamaya söz veriyorum. Diğer her şey yoluna varacaktır. Umarım…
Olması gereken bir şema yoktur. Her an değişen ve değişikliğin anlamının bile değiştiği bir hayattayız. Kafadaki şemalar, varsayımlar ve tüm kutsal amaçlar sadece göz bağı olacaktır. Yüz yılda bir hayal gücümüzün ulaşamayacağı şeylere ulaşıyoruz. Bu dünyada şemalara ve ön kabullere yer yok.
‘ Bu dünyada şemalara ve ön kabullere yer yok.’ Maalesef, bu fikrinize katılamayacağım. Şu alıntı paragrafı ile cevap vermek istiyorum.
Yaşamımız ön kabullere göre şekil alıyor fakat biz bazen bunların farkında bile olamıyoruz. Canlı bedenlerimizi ileriye götürmekten başka bir yaşam modeli bilmez gibi sürekli kendimizi tekrar ediyoruz. İnsanı insan yapan ve yaşamı anlamlı kılan belki de tek eylem öğrenmedir. Yaşamın olağan akışına uymayarak yaşadığımız sorunlar devam ediyorsa bu öğrenme kabiliyetimizin ya olmadığını (hiç kullanmadığımızı) ya da yok denecek kadar bir seviyede olduğunu göstermektedir. Her sorun ve sıkıntı öğrenme sonrası kalibre edilecek davranışla ortadan kalkacaktır. Kalkmıyor ve kaderimiz olmaya devam ediyorsa öğrenemediğimizi bilmeliyiz. “Bir musibet bin nasihattan evladır” diye bir atasözü bu gerçekliği vurgulamaktadır. Öğrenme biterse ne olur? Yaşamın bir anlamı kalmaz ki buna da Mevlevi ekolünde “Şeb-i Arus” denir. (https://yasammimari.wordpress.com/2017/09/22/oz-farkindalik-ve-on-kabul/)
Olabilir. Ben olsam kelimelerin ve anlamların bile günaşırı değiştiği bir dünyada kesin olmaya çalışmazdım. Kesin ve uzlaşılmış bir örüntünün tarih boyunca görülmemesi bize ipucu verilebilir.