Kişilik nedir? Güncel sözlükte: bireyin, toplumsal çevresi içinde karşılaştığı ve edindiği izlenimlerle oluşturduğu davranış özelliği. 2. Bireyin ruhsal ve toplumsal tepkilerinin tümüne verilen ad. 3. Bir kimsenin kendine göre belirgin bir özelliği olması durumu. Kişilik: Bireyi diğer bireylerden ayırt eden, tutarlı olarak sergilenen, bireye özgü özellikler bütünüdür.Kişilik gelişimi ise bireyin sosyal ve fiziksel çevresi içinde tutarlı olarak gösterdiği kişilik özelliklerinin oluşumudur.Kişilik gelişiminde, doğuştan gelen; genlerle, ana babalardan çocuklara geçen özelliklerle, çevresel etmenler etkili olmaktadır. Araştırmacılar kişilik gelişiminin nitelikleriyle ilgili farklı görüşler öne sürmüştür. Burada kişilik gelişimi ile ilgili en önemli altı görüşü açıklamaya çalışacağız. Bak: dmy.info/gelisim-psikolojisi/
A.Psikanalitik
Freud Psikanalitik kuramıyla kişiliği üç açıdan inceler. kişiliğin yapısı, örgütlenmesi ve gelişimine ilişkin yaklaşımları: topografik, yapısal ve psikoseksüel gelişim kuramları olarak bilinir.
1.Topografik Kişilik Kuramı(Bilinç Sınıflandırması)
Bu kuram bireyin bilişsel etkinlikleriyle ilişkili olup, insan davranışlarının bilinçten öte, bilinç altı ile ilişkili olduğunu vurgular. Freud, bireyin çeşitli bilişsel etkinliklerinin bilince uzaklıklarını saptamayı amaçlamış ve bilişsel içeriklerin belirli biliş bölgelerinde bulunduğunu söylemiştir.
Bilinç: Bireyin herhangi bir anda farkında olduğu yaşantılarının bulunduğu bölgedir.
Bilinç Öncesi: Bireyin ancak dikkatini zorlayarak hatırlayabildiği yaşantılarının bulunduğu bölgedir.
Bilinç Dışı: Bireyin farkında olmadığı, dikkatini zorlasa bile bilince çıkaramadığı, hatırlayamadığı olayların barındığı bölgedir.Yapısal Kişilik Kuramı
2. Yapısalcı Kişilik Kuramı(Kişilik Yapısı)
Bu modele göre kişilik, id ,ego, süperegodan oluşmaktadır. Kişiliğin bu üç sistemi sürekli olarak birbiriyle etkileşerek bireyin davranışlarını yönlendirmektedir.
İd: Kişiliğin ilkel yönünü oluşturmaktadır. Daima haz ilkesine göre hareket etmektedir. Gerçek dışı ve mantık dışı istek ve arzularla, bireyin içsel dürtülerinin her ne pahasına olursa olsun derhal doyurulması doğrultusunda bir işlevde bulunmaktadır.
Freud’a göre yaşamın ilk günlerinde büsbütün id’den oluşan ilkel yapı ayrımlaşarak ego ve süperego’yu oluşturmaktadır.Yapısal Kişilik Kuramı
Ego: Kişilik yapısının gerçeklik ilkesine göre hareket eden ve kısmen de olsa bilinçli olan bölümüdür.Kişiliğin idare meclisi gibi davranır. Ego, gerçekliğin sınırlarının zorlanmadan bireyin içsel dürtülerinden kaynaklanan ihtiyaçlarının uygun bir şekilde nasıl karşılanacağını tayin etmektedir.Bireyin başını belaya sokmayacak çözüm önerileri arar. Yapısal Kişilik Kuramı
Süperego: Kişiliğin ahlaki yönünü temsil eder. Tüm kararlarında ahlak ilkesinden yola çıkarak, katı ahlaki kurallar çerçevesinde özellikle id’in cinsellik ve saldırganlıkla ilişkili isteklerini ahlaka uygunluğu açısından denetleyerek, kabul edilmesi mümkün olmayan aşırı istek ve taleplerin karşılanmasına karşı çıkar.Psikoseksüel Gelişim Kuramı Freud özellikle ilk altı yaş içindeki yaşantılara dikkat çekerek, bu dönemin izlerinin bireyin yetişkinlik yıllarındaki kişilik özellikleri üzerinde belirleyici olduğunu savunmuştur.
3. Psiko- seksüel Gelişim Kuramı
Oral Dönem: Doğumdan sonraki bir ya da bir buçuk yıllık dönemi kapsar.Bu dönemde çocuğun kendi dışındaki dünyayı
algılaması ağız ve ağız çevresindeki organlarla olmaktadır. Bu dönemde ilk zevk merkezi ağızdır. Ağız çevresinde gerçekleşen emme, çiğneme, ısırma gibi eylemleri onun için başlıca zevk kaynaklarıdır.
Anal Dönem: 2-3 yaşları kapsar. Çocuk anüs ve anüsle ilişkili eylemlerden doyum sağlamaktadır. Bu dönem çocuğun edilgenlikten, bağımsızlığa doğru giden ilk eylemleri görülür. Bu dönemde tuvalet eğitiminde hata yapılmaması önemlidir.
Fallik Dönem: 3-5 yaş arasını kapsar. Bu dönemde çocuğun zevk kaynağı cinsel organlarıdır, onlarla oynamayı zevkli bulur.
Gizil Dönem: 7-11 yaş arasındadır. Önceki dönemlerde kazanılan özelliklerin pekiştirildiği gelişim evresidir. Ana babası dışında öğretmenleri ve diğer yetişkinlerle de özdeşim kurmaya başlayan çocuğun ilgisi, sosyal ve entelektüel beceriler edinme üzerinde yoğunlaşır.
Genital Dönem: Genç yetişkinlik yıllarını içermektedir. Gencin cinsel ilgi odağı artık kendisi ve ailesi dışındaki bir diğer kişi olmuştur. Bu dönemde aileyle ilişkili çözümlenememiş olan eski karmaşaların tekrar ortaya çıkması olanaklıdır. Çatışmaları çözmek için yeni girişimlerde bulunması kimlik gelişimini kolaylaştırmaktadır.
B. Psikososyal Gelişim Kuramı
Erik Erikson’un oluşturduğu psikososyal kuram kişiliğin oluşumunda biyolojik etmenlerin yanı sıra toplumsal etmenlerin belirleyici rolünü vurgular. Erikson’a göre insan davranışlarını etkileyen temel güçler, biyolojik kökenli dürtüler değildir.İnsanın yaşamı boyunca sekiz gelişim döneminden geçtiğini ve her bir gelişim döneminde bireyin başa çıkması gereken yeni bir karmaşa ile yüz yüze geldiğini ileri sürmüştür.
- Evre: Güvene Karşı Güvensizlik (Doğumdan bir yaşına kadar)
- Evre: Bağımsızlığa Karşı Utanma ve Şüphecilik (On ikinci aydan üç yaşına kadar sürer)
- Evre: Girişkenliğe Karşı Suçluluk Duyma (Üç yaşından altı yaşına kadar olan dönem)
- Evre: Başarıya Karşı Aşağılık Duygusu (Altı yaşından on iki yaşına kadar sürer)
- Evre: Kimlik Kazanmaya Karşı Rol Karmaşası (On iki-On sekiz yaşları kapsar)
- Evre: Dostluk Kazanmaya Karşı Yalnız Kalma (On sekiz-yirmi altı yaşları kapsar)
- Evre: Üretkenliğe Karşı Duraklama (Orta yetişkinlik yıllarını kapsar)
- Evre: Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk (İleri yetişkinlikteki yaşları kapsar)
C. Bağlanma Kuramı
Bağlanma ile ilgili ilk araştırmaları John Bowlby ve arkadaşları yapmışlardır. Bowlby’e göre anne ve çocuk arasında kurulan güvenli bir bağlanma iliş- kisi çocuğa sağlıklı psikolojik gelişim olanağı sağlar. Rhesus maymunlarında gözlenen bu bağlanma ilişkisi ile insanlardaki ilk bağlanma süreçleri arasında bir benzerlik olduğuna inanan Bowlby, yanlış gelişmiş ya da dönem dönem kesintilere uğramış bağlanma ilişkilerinin kişilik problemlerine ve zihinsel hastalıklara yol açacağını iddia eder. Örneğin, ona göre, güvensiz bağlanma biçimleri nevrotik bir kişiliğin gelişmesine zemin oluşturur.
Bağlanma kuramına göre insan hayatı için bağlanmanın üç temel işlevi vardır; dünyayı keşfederken geri dönülebilecek güvenli bir liman olma, fiziksel gereksinimleri karşılama, hayata dair bir güvenlik duygusu geliştirebilme şansı. Bowlby, bu gereksinimler yeterli düzeyde karşılanmadığı takdirde, çocukta oluşan özbenlik algısıyla bağlantılı olarak patoloji gelişebileceğini öne sürer. Bağlanma süreciyle ilgilenen pek çok kuramcı, kişinin erişkin hayatında diğer insanlarla kuracağı ilişkilerin niteliğini ve insanlardan beklentilerini belirleyenin, bu kişinin yaşamının erken dönemlerinde annesiyle kurduğu bağlanma ilişkisi olduğu kabul eder.
Güvenli bağlanma biçimine sahip kişiler aile ve arkadaşlarıyla daha fazla uyumlu, kendilerine ve başkalarına daha çok güvenen ve daha az sosyal problemler yaşayan kişilerdir. Güvensiz bağlanma biçimine sahip olanlar ise başkalarıyla yakınlaşmaktan rahatsızlık duyan, onlara tamamen güvenmekte oldukça zorlanan, sosyal hayata daha az uyum sağlayan, duygularını çok fazla kon rol edemeyen ve strese karşı daha duyarlı kişilerdir. Örgütlenmemiş bağlanma, üçüncü bağlanma türüdür. Mesela çocuk, bakıcıdan korkmaktadır, bakıcı ilgisiz ve korkutucudur. Ancak ihtiyaçları doğrultusunda korktuğu kişiye bağlanır. Bu sebepten beklenmedik davranışlar gözlenebilir. Örgütlenmemiş biçimde bağlanmıştır diyebiliriz.
Ç.Kendilik Psikolojisi Kuramı
Kendilik psikolojisi 1970’li yıllarda Heinz Kohut tarafından geliştirilmiş psikanalitik bir kuramdır.Başlangıçta narsistik kişiliğin gelişimini anlamaya yönelik olarak ortaya atılan bu kuram, daha sonraları diğer psikopatolojileri de ele alacak şekilde genişletilmiştir. Bu kuramda ruhsal yapının temel öğesi benlik içinde yer alan kendiliktir. İnsanın doğuştan itibaren henüz ge- lişmemiş bir kendilik yapısı muvcuttur. Kendiliğin gelişimi için kendilik nesnesi olarak adlandırılan diğer insanlara gereksinim vardır. Kohut bebekle kendilik nesnesi arasındaki ilişkiyi ruhsal gelişimin temeli olarak görür.
D. Toplumsal Cinsiyet Kuramı
Nancy Chodorow, kendisini erkek ya da kadın olarak öğrenmenin, bebeğin erken bir yaşta anne babasına bağlanmasıyla ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Chodorow, babanın yerine annenin önemini, Freud’un yaptığından çok daha fazla vurgulamaktadır. Bir çocuk, yaşamının ilk dönemlerinde, annenin kendi üzerindeki etkisinin kolayca en baskın etki olması nedeniyle, anneye duygusal olarak bağlanma eğilimi taşımaktadır. Bu bağlanma, ayrı bir benlik duygusuna erişmek için bir noktada kopar, çocuk, daha az sıkı bir bağımlılık içine girmelidir. Erkek çocuklar bir benlik duygusunu, kendilerinin başlangıçtaki anneye yakınlıklarını kökten bir biçimde, kendi erkeklik anlayışlarını kadınsı olmayandan türeterek yadsıma yoluyla elde ederler. Onlar kız kardeş gibi ya da anasının kuzusu olmamayı öğrenirler. Bir sonuç olarak, erkek çocukları, başkalarıyla yakın ilişki kurabilmekte görece daha beceriksizdirler, dünyaya bakmanın daha çözümsel yollarını geliştirirler. Kendi yaşamlarına ilişkin olarak, başarı üzerinde duran, daha etken bir bakışı benimserler; ne ki, kendilerinin ve başkalarının duygularını anlayabilme yeteneklerini bastırmışlardır.
Chodorow, Freud’un vurgusunu bir dereceye kadar tersine çevirmektedir. Kadınlık yerine erkeklik, bir kayıpla, anneye olan sıkı bağlılığın yitirilmesiyle tanımlanmaktadır. Erkek kimliği, ayrılma yoluyla biçimlenmektedir; bu yüzden, erkekler yaşamlarının daha sonraki dönemlerinde başkalarıyla yakın duygusal bağlar içine girdiklerinde, bilinçsiz olarak kendi kimliklerinin tehlikeye düştüğünü duyumsarlar. Öte yandan kadınlar, bir başka kişiyle olan yakın ilişkinin yokluğunun kendilerine olan güvenlerini tehdit ettiğini duyumsarlar. Bu kalıplar, çocukların erken yaşlardaki toplumsallaşmasında, kadınların oynadığı birincil rol nedeniyle bir kuşaktan ötekine aktarılır. Kadınlar, kendilerini esas olarak ilişkiler bakımından tanımlar ve dile getirirler. Erkekler bu gereksinimleri bastırırlar ve dünyaya karşı daha güdümleyici bir tutumu benimserler.
E. Hümanist(İnsancıl) Yaklaşım
Hümanist (İnsancıl) yaklaşım çağdaş bir psikoloji akımıdır. Bu ekol, psikolojinin insan boyutu ve psikoloji teorisinin insan bağlamı ile ilgilidir. Bu yaklaşımı savunanların davranışçı ve psikanalitik yaklaşımlara karşı görüşleri vardır. Özellikle insanı ele alışları açısından öteki ekollerden ayrılırlar. Bu yaklaşıma göre insan kendine göre bir değerdir, belli bir toplum düzeninin ya da iş örgütünün aracı haline getirilmemelidir. İnsan kendisinden, davranışlarından, oluşturacağı kimliğinden kendisi sorumludur. Hayatı kendisi için yaşamaya değer, anlamlı bir hale getirmek kişinin kendisine düşer. Ölümlü olan insanın hiçbir yaşantısı tekrar etmeyecektir. Geçmiş ya da gelecek değil, içinde yaşanılan an önemlidir. Hümanistik düşünceye göre her birey, kendisini güçlü bir kişilik yapacak ve özalgısını sağlamlaştıracak birtakım beceriler ve kaynaklarla doğar. Bu ekolün ulaşmak istediği, kişinin bu beceri ve kaynaklarını kendisi için doğru olan alanlara yönelterek kullanmasıdır.
Hümanistik Psikoloji akımını etkileyen ilk adımlar Avrupa’daki varoluşçu analitik eğilimdir. Bu eğilim hem felsefenin insanın klinik incelenmesine uygulanması arzusu hem de Freud’un insan modeline tepki olarak doğmuştur. Birleşik Devletlerde 1950’lerin sonuna doğru benzeri bir hareket başlamış, 1960’larda bu hareket yüzeye çıkmıştır. Akademik Psikolojide 1950’lere kadar iki önemli ideoloji okulu egemendi: Davranışçılar ve psikanaliz. Bazı Kişilik Kuramcıları 1940’larda hem davranışçılığın hem de psikanalizin sınırlılıklarından rahatsız olmaya başladılar (Örneğin, Allport, Maslow, Rogers). Bu iki yaklaşımın insanı insan yapan en önemli bazı özellikleri dışladığını düşünüyorlardı (Örneğin, seçim, sevgi, öz farkındalık). 1950’de bu kişiler resmi olarak “Hümanist Psikoloji” adını verdikleri yeni bir ideolojik okul kurdular. Böylece psikolojide “üçüncü güç” doğdu. 1961 yılında Amerikan Hümanist Psikoloji Derneği Hümanist Psikoloji dergisini kurdu. Derginin yazı kurulunda Carl Rogers, Rollo May, Abraham Maslow gibi isimler vardı.
F. Diğer Kuramlar
Jung’a göre kişilik etkileşim halindeki birçok sistemden ibarettir.. Ego, kişisel bilinçaltı, kollektif bilinçaltı ve arketip adlı sistemlerin, içedönüklük-dışadönüklük tutumları, duygu, seziş ve düşünme işlevleri vardır. Bunların bileşimi olan bütünleşmiş kişiliği de benlik oluşturur.
Adler’e göre insan toplumsal bir varlıktır. Toplum tarafından güdülenir. Ona göre kişilik: bireyin kendisine, diğer insanlara ve topluma karşı geliştirdiği tutumların ürünüdür. Kişiliğin merkezi bilinçtir. Birey bilinçli bir varlıktır.Davranışlarının bilincindedir. Her insanın varoluşunda bir eksiklik duygusu vardır. Çocukluk dönemindeki yetersizliğinden, çevreye olan bağımlılığından ötürü, çaresizlik içindedir. Yaşamı boyunca da bireyler üzerinde üstünlük kurmak ve gücünü kanıtlamak için uğraşır. Kusursuz olmak ister.
Eric Fromm‘a göre: Kişilik toplumsal etkiler sonucu deneyimlerle oluşur. Kalıcı olan kişilik, bireyin fiziksel yapısı ve mizacını oluşturan kalıtsal yönleri ile sosyal ve kültürel etkilerin ortak ürünüdür. Eric Fromm’a göre psikolojinin temel sorunu bireyin toplumla, dünya ile ve kendisiylenasıl bir ilişki kurduğunun incelenmesidir. Bu ilişki biçimi, öğrenme ve toplumsallaşma süreçleri sonunda edinilir. Bireyin çevre ilişkileri iki yöndedir. Birincisi sosyalleşme, ikincisi de asimilasyondur.
Kaynakça
Kişilik Gelişimi, AÖF ders kitabı
acikders.ankara.edu.tr/mod/resource/view.php?id=163
bizdosyalar.nevsehir.edu.tr/8ca696e44379ed2bfc837d95aff8a1a5/6_7-kisilik-gelisimi.pdf
tip.ikc.edu.tr/files/31/pdfler/Ders%20Materyelleri/Psikoseksel%20Sosyal%20Geliim%20Evreleri.pdf
Merhaba, ‘hayatin anlami nedir’ diye googleda arama yaparken buldum siteyi ve beynimde donup duran sorular, tuhaf duygularin kelimelere dokulmus halini buldum burdave bi oh cektim, okurken yuregime su serpildi. Tum bu sorularla basbasa olmadigimi anladim. Doktora gideriz ve sadece hastaliga bir tani bulup adini koydugu icin rahatlariz ve suphelerimizden ariniriz ya, tam olarak bunu hissettim. Ve bunlari yazan kisiyle paralel dusuncelerde oldugumuza gore bir kitap tavsiyesi almak istedim. Bu yasimda okudukca dunyadan daha cok nefret eder oldum, yasama icin sebeplerim azaldi, her ulkede isyan, teror, surekli kotulerin lider oldugu, iyilerin veya sirf yasamak icin yasayanlarin acilar cektigi, oldugu bir dunya duzeninde olmak istememe duygulari icindeyim. Belki felsefe okuma zamani gelmistir.
Merhaba, aslında yaptığım şey sizin yaptığını şeyle tam olarak aynı. Ben de merak ediyorum, ancak bunu biraz sesli yapıyorum. Herhangi bir bilgiye sahip değilim, merakımı paylaşıyorum. Size de tavsiye ederim. Çok sayıda kitap var, benim size önerim hayatı okumaktır. Hayatın her anında okunacak ve anlaşılacak bir yan bulunur. Merak etmeyi bir alışkanlık haline getirirseniz de boş zamanlarınız felsefi soruşturmalarla dolu maceralara dönüşebilir.