Kitaplardan alıntılar ve giriş cümlelerini irdeleyeceğiz. Daha evvel de [bak. http://www.dmy.info/kitap-giris-cumleleri/] konusunda benzer paylaşımda bulunmuştuk.
Johan Wolfgang Goethe- Faust
GECE
Yüksek kemerli Gotik bir odada
Faust, kürsü iskemlesinde huzursuz.
FAUST.
İste, ah! felsefe,
Hem hukuk, hem hekimlik,
Hem de ilâhiyat ne yazık
Okudum hepsini, hummalı hevesle!
Okudum da ne oldum, zavallı ahmak!
Hâlâ önceki çaylak;
Sanım master, hatta doktor,
Nerdeyse on yıl oluyor,
Asağı yukarı eğip büküp,
Öğrencileri avutup eğitip –
Görüyorum ki, bilemeyiz hiçbir sey!
Bu da yakıyor yüreğimi epey.
Gerçi zekiyim bütün o bosboğazlardan,
Doktor, master, yazar ve papazlardan;
Ne vicdan azabı duyuyorum, ne kusku,
Ne cehennem, ne seytan korkusu –
Buna karsılık bütün sevincim bitti,
Aklım hiçbir seye ermedi gitti,
Taslamıyorum, bir sey öğretebilirim diye,
Đnsanları iyiye, doğruya yöneltebilirim diye.
Üstelik param pulum da yok,
Dünyanın sanı söhreti bana tok.
Đt bile istemez böyle yasamak!
Bu yüzden istedim sihirle uğrasmak,
Belki ruhun gücüyle dilin imi,
Çözer diye kimi gizemi;
O zaman döke döke acı terler,
J.D. Salinger- Çavdar Tarlasında Çocuklar
Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl
geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıstıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarnı
filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her seyden önce, ben bu zımbırtılardan
sıkılıyorum. Sonra, onlarla ilgili en ufak bir söz etsem, bizimkilere inmeler iner. Böyle konularda ikisi de çok
alıngandır, özellikle de babam. Bizimkiler iyiliğine iyidirler -ben onu demiyorum- ama felaket alıngandırlar
yani. Ayrıca, size o lanet özgeçmisimi olduğu gibi anlatacak filan da değilim. Ben size yalnızca, iyice
yamulup buraya getirilmeden önce, geçen Noel’de basıma gelen manyaklıkları anlatacağım. Yani, D.B.’ye
anlattığım seyleri. D.B. ağabeyim olur. Kendisi Hollywood’da. Hollywood denen yer simdi kaldığım bu
çöplüğe pek uzak değil. D.B. her haftasonu beni görmeye geliyor. Önümüzdeki ay taburcu olabilirsem, beni
eve arabasıyla o götürecek. Daha geçenlerde bir Jaguar çekti altına. Hani su, saatte iki yüz mil yapan İngiliz
isi seylerden.
Jack London- Beyaz Diş
Donmuş ırmağın iki yakası karanlık ladin ağaçlarıyla kaplıydı. Rüzgar dalların üzerindeki kar örtüsünü az önce sıyırmıştı, gitgide silinen gün ışığı altında ağaçlar kopkoyu, korkunç karaltılar halinde birbirlerinin üzerine doğru abanıyorlarmış gibi görünüyordu. Cansız, kımıltısız, acı bile duyulamayacak kadar ıssız ve soğuk olan bu yabani ülke üzerine ağır bir sessizlik çökmüştü. Gizliden gizliye acı acı çınlayan bir kahkaha gizliydi sanki; tüm acılardan daha korkunç, buz gibi soğuk, bir Sfenks gülümseyişi kadar donuk, zorunluluk kadar tutkulu bir kahkaha!.. Acımasız, uçsuz bucaksız bir sonsuzluk, yaşamla ve yaşama çabasının gereksizliğiyle alay ediyor gibiydi sanki. Kuzeyin o saf, o durdurak tanımayan buz gibi vahşetiydi bu. Ama yine de bir yaşam vardı bu yabancı topraklarda, hem de öyle kolay kolay pes etmeyen direngen bir yaşam! Çünkü kurda benzer bir köpek sürüşü donmuş ırmak yatağı boyunca güç bela ilerlemeye çalışıyordu.
John Steinbeck- Fareler ve İnsanlar
Altın sarısı kumların sıcaklığıyla ısınarak indiği için suyu da ılıktır. Irmağın Galiban Dağlarına doğru uzanan kıyısı sıra sıra ağaçlıktır; ağaçlar baharda.yemyeşil yaprak açar. Kışın ise suyun üstüne doğru eğilen frenkçmarları kabaran suların bıraktığı artıkları toplar, alacalı yaprakları ve dallan uzayarak suyun üstünde kubbe kurar. Kıyılardaki ağaçların altına dökülen yapraklar öyle kurudur ki üstlerinde kertenkele bile dolaşsa çıtırtı duyulur. Akşamları tavşanlar, çalılıkların arasından çıkıp gelir, ışıldayan kumların üstünde otururlar. Nemli yerlerde de geceleyin gezinen ayıların, kocaman ayaklı çiftlik köpeklerinin ve karanlıkta su içmeye gelen geyiklerin çatallı tırnak izleri görülür.
Çınarların arasında söğütlere doğru uzanan bir patika vardır. Derin sularda yüzmek için etraftaki çiftliklerden inen çocukların, ya da su kıyısında gecelemek için anayoldan çıkıp gelen serserilerin taban teptikleri bir patika bu. Ulu bir çınarın alçak ve yayvan dalının önünde, yakılan ateşlerden arta kalmış kül yığınları durur. Dal da üzerine orura otura yıpranmış ve parlak bir hal almıştır.
Milan Kundera- Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği
Ebedi Dönüş düşüncesinde gizemli bir yan vardır ve Nietzsche
öteki düşünürleri sık sık şaşırtmıştır bu düşüncesiyle; düşünün
bir kere, her şey tıpkı ilk yaşandığı biçimiyle yineleniyor
ve yinelenmenin kendisi de sonsuza kadar koşuluyla yineleniyor!
Ne anlama gelir bu çılgın mitos?
Olumsuz açıdan bakıldığında, Ebedi Dönüş mitosu bir
daha geri dönmemecesine kaybolup giden, yinelenmeyecek
olan yaşamın bir gölgeye benzediğini, ağırlıktan yoksun, daha
baştan ölü olduğunu ve ister korkunç, ister güzel, ister
yüce, korkunçluğunun, yüceliğinin ve güzelliğinin hiçbir anlam
taşımadığını önerir. Böyle bir yaşamın on dördüncü yüzyılda
iki Afrika kabilesi arasında geçmiş bir savaş kadar
önemi vardır ancak. Yüz bin zenci korkunç acılar içinde ölüp
gitmiş de olsa bu savaş, dünyanın kaderinde en ufak bir değişikliğe
yol açmamıştır.Peki, on dördüncü yüzyılda iki Afrika kabilesi arasında
geçen savaş, Ebedi Dönüş’e göre tekrar tekrar yinelendiğinde
değişikliğe uğrayacak mıdır acaba?
Puşkin- Yüzbaşının Kızı
Babam Andrey Petroviç Grinyov, gençliğinde Kont Münnich’in emrinde çalışmış 17** yılında kıdemli binbaşı rütbesiyle emekliye ayrılmış. O günden bu yana, kendi malı olan Simbirsk köyünde yaşıyordu. annem Avdotya Vasilyevna Y. de, oralı, yoksul fakat soylu bir ailenin kızıydı. Babamla Simbirsk’te evlenmişler. Biz aslında dokuz kardeşmişiz. Fakat kardeşlerimin hepsi de bebekken ölmüşler.
Ben daha annemin karnındayken, yakın aile dostlarımızdan muhafız birliği binbaşısı B.’nin yardımıyla Semenovski alayına çavuş yazılmışım. Eğer umutlar boşa çıkıp, annem kız doğuracak olsaymış, babam dünyaya gelmeyen çavuşun ölümünü gerekli yere bildirecek, iş de böylece kapanacakmış.
Öğrenimimi tamamlayıncaya kadar izinli sayılıyordum. O zamanın eğitim yöntemi şimdikinden başkaydı.