Felsefi Komedi dizisinin yedinci yazısıdır.
Milattan önce 400’ler, Yunanistan’da kalabalıklar Sokrates’i dinlemiyor. Kimse felsefeyi takmıyor. Aynı zamanda yaşayan Buda’yı Hindistan ormanları dışında pek dinleyen yok. Çin’in Lu devletinde ise Konfüçyüs yaşıyor ve onu da sallayan yok. Filozoflar krallara ve kalabalıklara sözünü dinletemiyor. Neyse ki öğrenciler var. Öğrenciler ve düşünen insanlar fikirleri yayıyor ve iki bin beş yüz yıl sonra onları okuyabiliyoruz.
Konfüçyüs(M.Ö. 551−479) yaşarken Çin’deki devletçikler birbiriyle savaş halindedir. Çocuk yaşta babasını kaybeden Konfüçyüs ve annesi yoksulluk çekmektedir. O da zamanın ruhunu düzen ve istikrar isteğinde bulur. Toplumu düzene sokmak, barış içinde yaşamak, mutlu olmak temel hedefleri olur.
Hiyerarşiye dayanan bir ahlak sistemi kurar. Toplumsal davranışı önemser. Barış ve uyum içinde yaşamayı, iyi bir toplum için düzenin sağlanmasını vurgular. İstikrarı ve toplumun düzenini her şeyden üstün tuttuğu için ölümünden sonra devlet adamlarınca saygı görmüştür. O ise güç ile değil ahlak ile yönetmeyi önemsemiştir. Hatta bir ara adalet işlerine baktığı Lu Devleti’nin kabinesinden bu yüzden istifa etmiştir. Kralın politikalarını onaylamamıştır.
– Baba senin için kraldan çok kralcı diyorlar.
– Ne alakası var evladım, öyle olsa istifa etmezdim.
– İstifa gelecekte işine yarayacakmış. Fedakar filozof ayakları. Hani Sokrates ve Buda gibi.
– Aile fikirlerimi kendi aileme dinletemiyorum. Anne- babaya saygı, yaşlıya saygı, topluma saygı her şeyin üstünde olmalı.
– Yine başlama baba ya, anladık aile her şeyin temelindeymiş de bilmem ne.
– Zarar gören aile bağları toplumun çürümesine işarettir. Ahlak her şeyden daha önemlidir.
– Aile bağlarımızın zarar görmemesi için birazcık para rica ediyorum.
– Ne yapacaksın parayı?
– Adalet indirime girmiş, alacağım.
– Bu laf sokmaların olmasa çekilmezsin kerata. Doğru bak. Adalet lafta var. Mutluluk toplumdaki yerini bulmak ve bunu kabul edebilmektedir. Yönetici yönetsin, baba baba olsun, oğul da oğul. Şimdi yaylan. Biraz kafa dinleyek.
Konfüçyüs insanların aslında doğal olarak iyi olduğunu düşünüyor, ancak ayakkabıları her çalındığında bu düşüncesini gözden geçireceğine söz veriyordu. Prensip olarak dürüst olmayan insanlarla takılmıyordu. Çıkarı uyuşsa, ona kazanç sağlasa da eğri insanlarla takılmıyordu. Doğru adamlarla doğru işler yapmaya çalışıyordu.
İyi şeylerin bedeli olduğunu biliyordu. Bu yüzden indirimden bir şey almıyordu. Kredi kartında biriken puanları da harcamıyordu. Adalet dengedir, ne iyi ne de kötü yaşantı gelmemesi için puanları harcamamalıdır. Adalet ve ahlak gibi erdemler olmadan toplum düzeni korunamazdı. Uyanıklık ve kazanç gibi görünen şeylerin aslında toplumun ve kişiliğin içini oyduğunu, fark etmeden derinden zarar verdiğini biliyordu.
Onun hiyerarşik, ata, baba, yaşlı, birey ve onların da üstünde devlet yapısındaki toplum düşüncesini eleştirenlere argümanları tükenince “büyüğüne saygılı ol it” türünden çıkışlar yapıyor muydu bilmiyoruz. Ama hiçbir filozofun kitaplardan biyografik okumasının sağlanamayacağına eminiz. “Siz hiç kitaplarınızdaki gibi değilsiniz” türünden düşünceler duymaları muhtemeldir. Derin felsefi argümanların arasında “git iki odun kır” “sırtımı kaşı çabuk” gibi ifadelerin kayda geçirilmediğini de ifade etmeliyiz.
Ölümünden sonra Konfüçyüs’ten çok Konfüçyüsçü olan takipçileri tamamen devlete sırtını yaslamış, Konfüçyüsçülüğü sistematik bir inanç ve hatta din haline getirmişlerdir. Halbuki kendisi yaşadığı dönemde benzer tavırları eleştirmiştir. Ahlak merkezli devlet ve toplum düşüncesinin son takipçisi son yemeğinde “biraz daha pirinç pilavı isteyip istemediği” sorulunca “pirinçlerin istikrarı bozulmasın diye” fazlasını istememiştir.