memleketin hali

Memleketin Hali

memleketin haliBirkaç aydır insanın fark etmesi gereken bağları ve iletişimi tartışmaktayız. Tüm bunları örneklemek için ülkemizi ele aldığımız yazılar da yazdık. Uzağa gitmeden, kendimizden örnekler verdik. Ne yazık ki soruşturmalarımızın ve felsefenin kıymete haiz olmadığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Biz yine de hayatta karşılaştığımız sorunları çözerek bir sorun çözme etkinliği olan hayatın özüne dair iş yapmış olmak niyetindeyiz. Memleketin halini de bu yüzden nazara almak durumundayız. Burada doğmuş ve bu sorunla karşılaşmışsak, bunu çözmeliyiz. Vatan bizim bedenimizden bir parçadır, onun sorununu çözüp diğerlerine geçmek bize sağlıklı bir hayat verecektir.

Büyük bir toplumdan elde kalan son parçayız. Osmanlı toplumu altı yüz yıl boyunca büyüklüğünü hukuk anlayışından almıştı. İnsanların birbirine bağını hissettiren, hakları teslim eden bir idare vardı. Osmanlı Türk ya da Müslüman olmaktan çok yeryüzüne hakim devlet olma gayesindeydi. Timur, Moğollar ve Britanya gibi zamanın en güçlü devletleri bile bu topraklarda kalamadı. Osmanlı’nın kalması hak yönetimi ve insanların yaşamına saygı ile mümkün olmuştu. Öteden beri Türkler sadece dünya devleti kurdukları zaman başarılı olmuşlardı, öbür türlü- ırkçı ve bencil- iktidarlar büyümek bir yana yok olmaya da mahkumdu.

Burası büyük bir ülkedir, ancak tarihine bakıldığında cılız bir hevestir. Osmanlı zamanına göre farklılıkları kabul ederek büyümüştü, taasup yanılgısına düştüğünde de küçüldü. Bu sırada batıda ortaya çıkan rekabet, özel teşebbüs ve bunun sonucu olarak ikincil enerji kaynaklarının kullanımı toplumlar arası farkları açtı. Enerji değiştiği gibi, insan yönetimi de değişmiş, kurumsallaşma yayılmıştır. Biz ise en rekabetçi kurumsallaşma şekli olan kapitalist şirketleşmede yeterli olamadık. Devletin yerine özel teşebbüsün geçmesini teşvik edemedik. İnancımıza ters geliyordu.

Savaşlarda yenilip yok olma riski belirince treni yarı yolda yakalamaya çalıştık, ancak çok geçti. Bu gecikme sonrasında batılılaşma acılı şekilde gerçekleşti. Ani ve sert batılılaşma sonrası eski cemiyet yok oldu. Toplum bilinci kayboldu. Topluma bağlılık hissetmeyen bireyler zarar vermeye başladı. Topluma bağlılık hissetmeyen demokrasimiz geneli değil kendini düşünmeye başladı. Partici olduk. Parti tutarak yanlışın tarafı olduk. Partiyi savunmak markalaşmaktı, herkesin yanlış yapabileceğini söylemek yerine kendimizden olanın yanlışını doğru yansıttık. Doğru ve yanlış işleri görmek yerine kendimizi kandırmayı seçtik.

ayasofyaBaşarı çevreye göre belirlenir. Batı yeni bir şey üretmiş, dünyayı da kendine uymak zorunda bırakmıştı. Biz aslında gerilemedik. Ne var ki batının kendi içindeki yarışı bizi geride bırakmıştır. Bugün yaşadığımız mahcubiyet yarışa katılmaya zahmet etmemekten, huzurlu biçimde oturmaktan olmuştur. Rahat durmanın suç olduğu dünyada rahatlar rahatsızlarca yok edilmeye başlamıştır.

Yarışa katılmayanlar yeni bir yarış düzenlediler. Yarışın yaratıcı yıkımından da korktular. Bir süre gerçeklere direndiler, ancak toplum yaşamın elden gittiğini gördü. Osmanlı gibi ülkelere tepeden aydınlanma indi. Bir zorlama olduğundan halk bu duruma iyice soğudu. Doğal halinde kendince aydınlanacak insanlar aydınlığa kapalı bir edilgenliğe sürüklendi. Bugün ülkelerin bir kısmı kimliğini kaybedip batılı oldu, diğerleri de geri kaldı.

Türkiye batılılaşmayı en uzun süredir deneyen toplum olarak tarihte ilginç bir kayıt oluşturur. Doğu toplumları arasında batının teknolojisini ilk kazanmaya çalışan ve bunu en uzun süredir beceremeyen bir toplumumuz var. Halen süren modernleşme serüvenimiz batılılaşmada yüzyıllardır neyin eksik olduğunu sorgulatmaktadır.

Bir şeyi kabul etmeden onu iyileştiremeyiz. Reddetmek kendi acımıza göz yummaktır. Ayrıca birini değiştirmek istiyorsak da asla kapıları kapatmamalıyız. Birlik olmalı, yani onun düşüncesinin de doğru olduğunu görmeliyiz. Kabul edicilik yalnızca onu bütüne katmayacak, karşıdakinin değişiklik kapılarını açık bırakmasını sağlayacaktır. Kimse tam olarak haklı değildir. Herkes hata yapar ve bu yüzden herkesin kredisi olmalıdır.

İşbirliği bizi yaşatır. Dünyanın bu tarafındaki işbirliğini bu yüzden vurguluyoruz. Birlik olmak herkesin tekdüze olması değildir. Birlik olalım, aynı şeyi savunalım da değildir. Farklılıkların kabul edilmesi ve bütünün sahiplenilmesidir. Birlik dikteyle olmaz, çok seslilik doğaldır ve bunun kabulüyle bir bütün aynı doğrultuda sağlam adımlar atabilir. Bu minvalde ülkemizde öteki olarak adlanan kesimleri ve işbirliğine katılmak isteyen herkesi kabul etmelidir.

Düşmanlığın sonu yoktur. Düşman arayan bir tutumla toplum tel örgüler, duvarlar ve güvenlik kameraları ardında mahkum olur. İnsanımız kendine güvenmeli, farklılıklardan korkmamalıdır. Irkçılık, formalitelerin abartılması, statükoculuk gibi kendine güvenmeme belirtileri bertaraf edilmelidir.

Medeniyetin, felsefenin ve inancın ortaya çıktığı bu toprakların insanında zeka ve yetenek mevcuttur. Eksik olan ise iyiliktir. Enerjimiz çok, ancak bunu iyiliğe kullanmıyoruz. Güzelliklere yer vermiyoruz. Dürüst insan kıtlığı var. Yalanlar bizi geri götürüyor. Kendimize güvensizliği ve birbirimizi kandırmayı bırakıp samimi şekilde iletişim kurmalıyız.

Kendi içimizde kabullenmeyi gerçekleştirdikten sonra dünya siyasetinin dışladığı gariban insanlara iyi bir hayat verebiliriz. Mesela mülteci sorununu bir fırsata çevirebiliriz. Savaştan kaçıp ülkemize sığınanlara iyi bir hayat sağlarsak dünya halkları yaptıklarından utanacaktır. Ötekini kabullenmek, hakka ve bireyselliğe fırsat vermek ile hayalimizdeki düzene ulaşabiliriz. Tek yapmamız gereken dünyamızı kendimizle sınırlamamak.

köprü toplumsal sorunların çözümü

Köprü dizisinin 25. yazısıdır. 26-Eğitim Çare mi?

Her sorun çözülebilir. Memleketi ve toplumu kurtarmak da yalnızca bir düşünceye bakar. Güncel örnekte gördüğümüz gibi dünyanın gözü ve silahları bu coğrafyadadır. Onları utandırırsak  biz de ateşe atılmadan önce geleceğimizi kurtarabiliriz.

Leave a Reply