Türkiye Ekonomisi
Türkiye ekonomisinin bugününü anlamak için, Türk ekonomi tarihini ayrıntılı incelemek gerekir. Bunu başka bir yazıya bırakarak özet geçip, analiz yapalım. Türk ekonomisi dediğimiz, Türkiye Türklerinin ekonomik faaliyetleridir. Türkiye Türkleri de öncülü olan Osmanlı Devletinin yerine 29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına verilen addır. Cumhuriyet kurulduğunda halen birçok demiryolu, fabrika, tesis ve işletme halen yabancıların elindeydi. Osmanlı Devleti’nin miras bıraktığı iki şey vardı. Kredi borçları ve yabancılar. Ülke ekonomisi yabancıların kontrolündeydi. Cumhuriyetle birlikte birçok kurum millileştirildi. Yurtdışına öğrenci gönderilerek kalifiye eleman yetiştirme hamlesi başladı. 1929’daki ABD. kaynaklı büyük buhran dönemi hariç ortalama bir büyüme hızıyla 1950’lere gelindi.
“Demokrasi” sonucu gelen hükümet CHP. iktidarının tam tersini yapmak uğruna ülkeyi yabancı sermaye, borçlar ve liberalizmin kucağına attı. Bir özgürleşme ve hafiflik havası hakim oldu. 1960’taki darbeye kadar cumhuriyet edimlerinin çoğu zıt yönlere ivmelenmişti. Ülkenin kurucu babaları bir kenara atılmış, en çok bağıran seçilmişti. Sonucunda bir darbeyle devrilen hükümetin yaptığı yanlış olabilirdi, ama bu başka bir yanlış olan darbeyle düzeltilmeye çalışıldı. Tabi yanlışlar birbirini götürdü, olan vatandaşa oldu. Köylerden kentlere göçler arttı. Yeni demokrasi ortamı insanların iştahını kabarttı. Şehirlere akın başladı. Şehirlerde siyasi fikirlerle tanışan halk şaşırdı. Siyaset kavgaya dönüştü. Daha birkaç yıl önce öğrenilen fikirler uğruna düşüncesizce, insanlara kıyıldı. Devlet halkın düşmanı oldu. Ekonomi her zamanki gibi “tırıs” gitmekteydi. Cumhuriyetin kurulmasından 60 yıl geçti. Kendine bakmaktan aciz kişiler halk için bir şeyler yapmaya çalışınca ikinci darbe de geldi. Darbeler ekonominin tökezlediği zamanlardı. Zaten çok iyi olmayan “geri kalmış” ülke ekonomisi böyle olaylarla daha da yavaşladı. 1990 yılına gelindiğinde Anadolu halkı tarihteki en fakir zamanlarını yaşıyordu. Bir zamanlar Roma’nın en zengin eyaleti, en kalabalık ve en büyük kentleri barındıran Anadolu, şimdi kimsenin duymadığı bir yer haline gelmişti.
Ülkenin girdiği “demokrasi” ve serbestlik havası dünyada en çok geliştiğini sanan ülkeleri vuruyordu. Bizde de öyle oldu. En çok bağıran hep kazandı. Halk da onların peşine kentlere akın etti. Olmayan umutlara kapılıp, politikacıların peşinden gidildi. Plansız programsız bir ekonomi ortaya çıktı. Dünya ekonomi sıralamalarında hep aynı yerde kaldık. Kıyıdaki, köşedeki, hiçbir birikimi olmayan küçük devletlerle yarıştık. Politikacılar çaldı, halk oynadı. Ağustos böceği ile karınca hikayesi oldu. 2001’de cumhurbaşkanı bir politikacıya trip attı diye ekonomi çöktü. IMF’Ye kucak açtık. Onlar da bizi öptüler. Devlet birkaç yabancı ekonomistin kontrolüne verildi. Tarihin Türkler açısından kaydettiği en acınası durum bu döneme denk gelir. Osmanlı birkaç kişinin idaresindeki devletti, aynı duruma düşmüştü. Dış borçlar sonucu batılılar ekonomiyi bir kılıf uydurmuş, yönetiyordu. Şimdi de benzer bir şey olmuştu ama bu sefer bahane yoktu. Padişaha ve onun yaltakçıları yoktu, halk idaresi vardı. Kimse bir şey düşünemez oldu.
Halkın çaresi hazırdı. Bu sefer daha çok bağıranların en bağıranını seçtik. Bu sefer konsept çok farklıydı. Hem Allah- din, hem Atatürk diyebilen halk kitlelerini peşinden sürükleyebilen bir adam geldi. Atatürkçü kesimin ağzını açık bırakarak(11 yıldır açık) tek başına iktidar oldu. Adam gittikçe daha çok bağırdı. Demokrasinin en babasını yaptı. Fakir halkın hoşuna gidenleri yaptı, onu tutmayanları da gücendirmedi. Çok çalıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse “demokrasi” tam anlamını buldu. Çünkü baştaki kişi halktan biriydi. Hepimiz iyi biliriz ki, halkımız dünyada hile ve üçkağıtla anılır olmuştur. Bunu her gün TV. lerde, sokaklarda görebiliriz. Bir yanlış varsa Türk yakıştırması yapılır. Gösterişe önem verir, içimizdekini düzeltmek yerine belli etmemeyi yeğleriz. Dünyanın genelinde böyledir yalnız çöküş içindeki kültürümüzde bunu daha rahat görebiliriz. Her yerde gizlidir ancak iyi bakılırsa, Türkiye’de bellidir.
Vel hasıl kelam: baştakiler hiçbir şeyden haberi olmayan halka sağ gösterip sol vurdu. Altyapı yapmaktansa görünür olanı, üstü doldurmayı tercih etti. IMF borcu kapatıldı. Ekonomi gelişti falan denildi. Osmanlı’nın son dönemleri akla geldi. Osmanlı da borç alıp borç kapatıyordu. Kurumlarını, alanlarını satıp gösteriş yapıyordu. Halk iktidarın bağırmaları sırasında fark etmese de ülkenin kurumları 100 yıl sonra tekrar satıldı. Cumhuriyet tarihinin en büyük “özelleştirme” satışları yapıldı. Ülkeyi fakirleştirerek zengin gösterdik. Osmanlının son zamalarında dünyanın en büyük deniz filosu Osmanlı’dadır ama bir savaş bile kazanılmamıştır. Çünkü gemiler boyanıp süslenip gösteriş yapılmaktaydı. Hiçbir işe yaramayan çürük gemilerle ayakta olduğumuz sanılsın diye mizansen çevrilmekteydi.
Osmanlı’nın son zamanlarında halk görsün, yabancılar görsün diye nice saraylar- köşkler yapıldı. Hepsi borç parayla. Demiryolunu, imtiyazları, kapitülasyonları, fabrikaları, işletmeleri devredip parasıyla gösteriş yapıldı. Bugün de Türkiye ekonomisi yabancıya açılmış, ekonomik gelişme yaşanmaktadır. Ekonomik gelişme vardır, evet ancak bize değil, yabancılara. BİST- Borsadaki yabancı payı %65’tir. Ülkenin büyük şirketlerinin yer aldığı bu sistem güzel bir göstergedir. Ekonominin bu kadarı yabancı güdümündedir diyebiliriz. Bir eylem, gösteri olduğunda borsanın çökmesi de bundandır. Ülke yabancıların eline teslim edilmiştir. Yabancı sadece Türk Lirası satarak ekonomimizi çökertiyorsa bu ülkeye acımak gerekir. Durum öyle gariptir ki, ekonominin yıllarca işler olması yabancının ülkeye mahkum olmasındandır. Çıkıp gitmek sanıldığı kadar kolay değildir. Hemen çıkıp gitmek Türk Lirası’nın değersizliği ile sonuçlanacağından eli taşın altındaki kapitaller ülkemizde zorunlu ikamete tabidir.
Bir gün ülkede satacak bir şey kalmadığında, ya da yabancılar paralarını dolara çevirip gitmek istediğinde ekonominin ne durumda olduğu anlaşılacaktır. Son Gezi Parkı eylemlerinde Türk parası %11 değer kaybetmişti. Bu, halkın cebindeki paranın 10’da 1’i yok oldu demektir. Eylemcilerin bir şey yaptığından değil, yabancılar Türk parası sattığı içindi. Ekonomiyi yabancıların insafına bırakan “seçilmiş” kişiler de hala “gelişiyoruz hamdolsun” diyorlar. Önce kafaların gelişmesi lazım. Ekonomi politikacıların yalan beyanlarından ibarettir. Bütçesinin yarısını enerji almaya, cebindeki paranın tamamını ithal tüketim mallarına ve ihtişama, yiyecek ekmeği olmadığı halde: her yıl bir lüks telefon alan zihniyete sahip bir ülkede baştakilerin de halkı yansıttığını söyleyebiliriz. Sonuç olarak Türkiye ekonomisi yalan rüzgarıyla giden bir yelkenli gibidir. Denizin ortasına gitmeye cesareti var, ancak rüzgar bir gün dinecek ve ortada kalacağız. Sonumuz her zamanki gibi…
Böyle derli toplu ve bir yandan da net bir anlatım görmemiştim. Kaleminize sağlık..