Varsaymak: Sonuçlarından yararlanabilmek, üzerine düşünce üretebilmek için olmuş saymak, farz etmektir. Varsayım ise: Geçici olarak doğru sayılan, ya da doğru olması umulan düşüncedir. Teori, faraziye, hipotez, taslam, sanı, zan sözcükleriyle yakın anlamdadır. (İngilizce: hypothesis guesswork, supposition, presumption, conjecture) Bir olgunun önerilen açıklaması anlamında kullanılır. Bilimsel anlamda “hipotez” sözcüğü daha sık kullanılır. Bir varsayımın bilimsel hipotez olabilmesi için sınanabilmesi gerekir. Deneyle sorgulanabilen varsayıma hipotez denir. Varsayım, uygulamadan bağımsız bir düşünceyi ele alıyorsa kuram(teori) anlamında da kullanılır.
Bunları saymaktaki amaç, varsayımı varsayım sözcüğünde göstermektir. Yukarıdaki sözcüklerin hepsi varsayım anlamında kullanılır. Bazen de hiç kullanılmaz. Mesela teori sözcüğü sıkça varsayımlar için kullanılır. Kişisel düşünceler de teori olarak adlandırılır. Gezegen sistemi üzerine Batlamyus Teorisi buna örnektir. Batlamyus dünyanın evrenin merkezinde olduğunu söylüyordu. Bu teori yüzyıllarca kanun gibi görüldü ve kullanıldı. Daha sonra dünyanın evrenin merkezinde olmadığı anlaşıldı. Bunun yerine güneşin merkezde olduğu söylendi. Daha sonra güneşin de merkez olmadığı anlaşıldı. Evrenin merkezi diye bir şey yoktu. Yıllarca varsaymıştık.
Şimdi benzeri varsayımlara model denmektedir. Fiziksel model, teori ve varsayım arasında bir anlama denk gelir. Ancak geniş kitlelerce kabul edilen ve hala yanlışlığı kanıtlanamayan teoriler de mevcuttur. Mesela, Yerçekimi Teorisi’nin hala teori olması nedendir? Bu kadar genel geçer bir şeyin diğer varsayımlarla bir tutulması neden olabilir? Tamamen varsayımsal nedenlerdendir. Yerçekiminin doğru olduğunu varsaydığımız kadar, olmadığını da varsayabiliyoruz. Varsayımlarımızın tarihi benzerlerinden daha merhametli bir hal aldığını söyleyebiliriz. Artık eskisinden az varsayıyoruz ancak hala her yanımız varsayım.
Yerçekimi, evrim, görelilik, kuantum mekanik, tektonik hareket teorileri bugüne dek teori sıfatında kalmıştır. Yanlış olabilecekleri varsayımıyla, kanun olarak nitelendirilmemiştir. Varsayımı varsaymayanlarca kanun oldukları iddia edilebilir, ancak bu niteleme tüm kanunları ortaya çıkaran varsayım köklerini görmezden gelmektir. Yerçekimi gibi temel varsayımlar, olası tüm koşullarda denenmedikleri için, yanlışlanabileceği ihtimaliyle, teori olarak adlandırılır. Kanun evrensel bir kuralsa, evrenin her koşulunu uygulayamadığımızdan, bu tür tanımların hiçbir zaman yapılmaması gerekir. Ancak yine de kanun, kural, kesinlik tanımlarının müptelası olmaya devam ediyoruz. Her yanımız evrensel kanun dolu.
Evrensel kuralları belirlemişken dünyada dahi uygulanamadığını görürüz. Örneğin, Newton kanunları düşük çekim alanlarında geçerliyken, yüksek çekimde işe yaramamaktadır. Yani Newton Kanunları bazen kanundur. Bazen de işe yaramayan varsayımlardır. Bugün, günlük hayattaki işler için Newton’un dediklerini uygulayabiliriz. Bu bize geçici bir çözüm sağlar. Ancak maddenin temellerine indiğimizde, her şeyin kökü olan atomik yapılar başka kurallarla çalışmaktadır. Yapı taşlarının kurallarını geçerli saymak gerektiği ortadadır. Ancak bunlar da günlük hayatımıza uymamaktadır. Temel ile katları çelişmektedir. Ya da bizim evrensel kesinlik arayışımızda bir yanlışlık olduğu söylenebilir.
Kesinlikler çalışması olan bilimdeki sabitlerin artık değişken sabit olarak adlandırılması mümkündür. Artık nispeten bilinçli bir varsayımcılık söz konusudur. Artık gözlemcinin önemini fark etmek gerekiyor. Kesin ve geçerli bir tanım olmayabilir. Tüm kesinliklerin bir varsayım olması ile birlikte, varsayımın da bir varsayım olduğunu söylemek gerekir.
Bu yazıyı yazarken sözcüklerin benim bildiğim anlama denk geldiğini varsayıyorum. Ancak genelde varsayımımın aksine, okuyucu kendince anlam çıkarıyor. Çünkü o da, kullandığım kelimelerin kendi anlamalarına denk geldiğini varsayıyor. Ben varsaymasam yazı mümkün olmazdı. Okuyucu varsaymasa okuyamazdı. Hepimiz varsaymasak ne iletişim ne de yaşam mümkün olurdu. Yürümek bile çoğunlukla varsayım işidir. Adım attığımızda yerin orada olacağını varsayıyoruz. Ancak bazen orada olmuyor, ya da başka bir engel ortaya çıkıyor. Bu durumda varsaymayı bırakmıyoruz. Yine de öbür adım için devam ediyoruz. Varsayım işlerin görülmesi için temel bir dürtü gibi hayatımıza yerleşmiştir. Hatta hayatın ve evrenin var oluşu da varsayıma bağlıdır.
Evren ile başladığı varsayılan zaman da bir varsayımdır. Fizik teorilerinde önemli bir yeri olan zamanın doğru tanımı yoktur. Bir varsayımdır. Zaman diye bir şeyin olmadığını varsayarsak, hiçbir şeyin yaşanmadığını öne sürebiliriz. Varsayımı yok saymak gibi kökenbilimsel bir çalışma ile her şeyin aslına bakış atabiliriz. Yaşadığımızı varsayıyoruz , bunu mümkün kılan zaman varsayımımızı yok sayarsak aslında yaşamamış olacağız. Evren genişlemeye ve büyümeye başladığı gibi küçülmeye ve sönmeye başlayacak. Dışarıdan bakan bir gözlemciye göre fark edilmeyen bir parlama olacak. Başladığı yere dönen bir hiçlik haline gelecek. Bizim zaman dediğimiz şey, bu aralığın insanca abartılmasından başka bir şey değildir.
Diğer canlılar için zaman diye bir şey var mıdır? Diğer varlıklarca, ya da evrenin öncesinde zaman nasıl algılanır? Algılanır mı? Biz insanlara göre: zaman: varlıktır. Her şeyi mümkün kılan şeydir. Sınırlılıktır. Bu sınırlama olmasaydı yaşam mümkün olmazdı. Evrenin genişlemeye başlaması ve yok olması zamandır. Bir alışveriştir. Dışarıdaki gözlemciye göre, eninde sonunda başladığı noktaya varacak olan bir harekettir. Belki çok önemsiz bir şeydir, çünkü yok olacak bir sınırlı odaklanma hareketidir. İçindekiler içinse, sanki yok olmayacakmış gibi yapmaktır. Evren hiç çökmeyecekmiş gibi, çöküşünü hızlandıracağını bile bile ilerlemektir. Alışverişin sonunu düşünmemektir.
Zaten sonunu düşünsek evren olmazdık. Sonunu düşünen evren olamaz. Nedense, evrenin öncesini hayal ettiğim her gün aklıma oyun oynamak geliyor. Bilgisayarda bir oyun oynamadan önceki halimi hatırlıyorum. Çoğu zaman hatırladığımda hemen oyun açıyorum. Bu kararı anlamaya çalışıyorum. Oyundan önce ne vardı, neden oyun oynuyorum, oyun dünyasını neden oluşturuyorum, neden oynuyorum, bunu neden yaşıyorum gibi sorular soruyorum. Oyun oynarken bunun hiçbir işe yaramayan, başladığı yere dönen bir şey olduğunu ve evrenin karakterine ne kadar uyduğunu düşünüyorum. Oyun bir işe yaramıyor, bittiğinde elimize nesnel bir ürün geçmiyor. Sadece başladığı yere dönmekte olan bir tecrübe ediniyoruz.
Sonuçta, oyun gibi, uzay ve zaman denen iki sınır ile sınırlanmış geçici varlıklar olduğumuzu düşünüyorum. Bir kişinin oyun oynamasını hata olarak nitelendirebiliriz. Gerçekten bir hata da olabilir. Görünürde bir çıktısı olmayan emek israfı gibi görünebilir. Ancak bunun bir deneyim olduğunu, uzay-zamanın bize sağladığı sınırlılığın da, yalnızca bir kendini sonlandıracak deneyim yaşantısı olduğunu unutmayalım. Tek yaptığımızın farklı birer deneyim olmak ve geçici-sınırlı bir yok oluşla kendinden sonrakilere miras kalmak olduğunu düşünüyorum. Hayatın ve evrenin bir varsayım olduğu ve tecrübe işinin görülmesine yaradığını söyleyebiliriz. Varsayımdır, hatadır ancak, işlevsel bir hatadır. Sonuçta ölsek de, tecrübe her zaman miras kalmaktadır.
Kozmik bir hata olarak başladığımız evrenliğimizde, evrensel olanı arasak da, aslında evren de o kadar evrensel olmadığından, mütevazı hayatlarımızla yetinmek gereği ortaya çıkar. Bu yazıda evren varsayımını anlattım. Çünkü kesinliği arayan, büyük ilahi mucize insanoğlunu yere indirmeye çalıştım. Varsayımı fark etmek ve ne kadar fark etsek de bir varsayım olarak, zamanı geldiğinde yok olacağımızı haber vermek istedim. Bizden sadece yaşantılar miras kalacaktır. Tecrübe her zaman miras kalır. Bu yüzden kesinlik, evrensellik, başarı, büyüklük ararken kendimizi heba etmek pek iyi değildir. Böyle şeyler yoktur. Anılar kalacaktır geriye. Anılarımız başkalarına göre yaşamak, diğerlerini yok etmek mi olacaktır, yoksa hatırlayınca iyi duygular uyandıran mutlu yaşantılar mı?
Edebiyatı kesersek varsayımın varsayımına döneriz. Hayatta kesinliği arıyoruz ama temelimiz kesin değil. Varsayımlar üzerine inşa ettiğimiz kültürümüz, kesinlik bulsa da geçici kesinlikler olacaktır. Varsayımdan yola çıkıp kesinliğe ulaştığını sanmak ise, yalnızca kendini kandırmaktır. Bu yüzden soylu bir gerçeklik, evrensel tanımlar, değişmez yasalar bulmak; olmayan temel üzerine bina yapmak gibidir. Dil, inanç, kültür bir varsayımken nasıl olur da hayatın anlamı ve her şeyin cevabı gibi şeyleri ararız? Aradığımız kesinliğin tanımı da bir varsayımdır. Kesinlik varsayımını ve kesin kesinlik arayışımızı irdeleyeceğiz.