Yürüyen Ülke

Bir varmış bir yokmuş. Uzak galaksilerden birinde bir sistemin mütevazı gezegenlerinden biri her zamanki gibi yıldızının etrafında dönmeye gayret ediyormuş. Ama gezegenin içindekiler sıkılmışlar. Rekabet olsun, meydan okumalar yaşansın diye gezegeni iki tarafa ayırmışlar. Ortaya da bir köprü koymuşlar. Çağlar böyle geçip gitmiş. Sonra köprüdekiler ortada olmaktan sıkılmışlar. Sol taraftakilere benzemek istemişler, çünkü onların güzel oyuncakları varmış. Bol bol oyun oynarız diye ümit etmişler. Değişim istemişler, ama değişmeye de gönüllü değilmişler.

Köprüde yaşamak, arada kalmak onların hayatıymış meğer. Arada kalmaya mahkum olduklarını anlayınca kendi oyunlarını uydurmaya çalışmışlar. İcat edilecek pek bir şey kalmadığını fark edince de büyük oynamaya kalkmışlar. Birisi felsefe yazmış, anlaşılmadığında büyük adam sayılır sanmış. Birisi yeni bir din bulmuş, ama dünyadaki tüm müminler çoktan kapılmış. Zaman yolculuğunda biraz başarı sağlanır gibi olmuş, ancak deve kuşları federasyonu tekniğin kendilerine ait olduğu gerekçesiyle bu girişimi engellemişler. Tabi dış mihraklar unsurunu da unutmamak gerekir. Dış mihraklar varmış.

Kurnaz birisi ulusal tuvalet icat etmiş. Diğer tuvaletlere benzemesin diye deliği tavana koymuş. Başta biraz zorlansalar da biraz ilerleme kaydetmişler. Ancak dış mihraklar engel olduğu için, bir de aslında ne yaptıklarını itiraf etmek zorunda kaldıklarından proje rafa kaldırılmış. Hepsi aynı bok diyerek eski sisteme dönmüşler. Tuvalet kelimesini yasaklamışlar ki yenilik yaptıkları sanılsın. Tuvalete kader demişler. Kader kelimesinin öz köprü dilinde olduğunu açıklamak için yarışma düzenlemişler. Yarışmayı düzenleyenlerin akrabaları kazanmış. Kakadaki “ka” ve sonraki ıkınmasal mücadeleyi simgeleyen “der” yansıma sesi ile öz köprüce bir kelime olduğu ortaya konmuş.

Sonra birisi tuvaletin fenomenolojisini yapmış. Güzelim yemeklerin sonuçta tuvalete dönüşmesinden hareketle dünyayı boka çevirdiğimizin farkına varmış. Gıdanın üretim amacı hakkında devrimsel nitelikteki bu çıkarımdan sonra her şeyin aslında önceden bilindiğine ilişkin bir hayat tasarımı oluşturmuş. Yemek bok oluyorsa, insan ne oluyor? demiş. Bu inanılmaz soru karşısında bilim adamları çaresizmiş. Araştırma ve geliştirme kurumu olan Fişitak duruma müdahale etmiş. Hareket yasalarından yola çıkarak her şeyin önceden belli olduğunu iddia etmişler. Diğer tüm niceliklerine ulaştığımız hayatın zaman değişkeni ile belirli bir senaryoyu uygulama projesi olduğunu söylemişler. Konsept, devinim, süreğenlik gibi kelimeler kullanmışlar ki inandırıcı olsun. Asıl vurucu nokta ise küsuratlı sayıların kullanılması olmuş.

Her şeyin belirli olması düşüncesi aslında binlerce yıldır bir kelimeyle dile geliyormuş. Belli koşullar altında sonuçların bilinebileceğine dair fikrin kader adıyla önceden var olması köprülü bilim insanlarını çıldırtmış. “Bizimkisi farklı, bizde önceden de vardı, ulusal proje” gibi konuşmalar yapılmış. Bir de eski köhne kader anlayışıyla anılmak istememişler. Neyse ki büyük mahkemeleri varmış, mahkemelerin büyükse adalet var demektir. O kadar uğraştıkları büyüklerini yedirmemek için ceza yağdırmışlar, ancak hükmün açıklanmasını geri bırakmışlar. Geri bırakmayı seviyorlarmış.

Leave a Reply