The Spy adlı casus filminde İsrailli bir casus 1960’ların Suriye’sine işadamı olarak gider ve istihbarat toplamaya başlar. Sadece bir iş adamı olmasına rağmen Suriye genel kurmayına, hükumetine sızmayı başarır ve hatta savunma bakanı olması dahi teklif edilir. Bu olayın benzerleri İran’da, Lübnan’da, Ürdün’de de gerçekleşmiştir. Türkiye’de benzer casuslar ve işbirlikçiler yok mudur? Bu tartışılabilir, ama daha önce tartışılması gereken, Türkiye vatandaşını İsrail kadar ikna edebiliyor mu? Nasıl bir ülkü sunuyor ve hangi davada ne kadar yolcusu var?
Sorunun Bağlamı
Türkiye’nin ülküsü, hem tarihsel hem de güncel bağlamda tartışmalı bir kavramdır. Bir yandan Cumhuriyet’in kuruluş ideali olan “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma” hedefi, diğer yandan günümüzde “Türkiye Yüzyılı” gibi vizyonlar, ülkenin stratejik yönelimini belirler. Bu ülkü, yalnızca kalkınma hedefi değil, aynı zamanda özgürlükçü ve güçlü bir toplum düzeni arzusunu da içerir. Ancak farklı dönemlerde ülkünün tanımı değişmiş, bu da toplumsal ikna gücünü bazen artırmış, bazen de zayıflatmıştır.
Ülkünün İkna Gücü ve Zorluklar
Türkiye’nin ülküsünün ikna edici olması için, yalnızca yüksek ideallerin dile getirilmesi yetmez; bu idealleri destekleyen somut ve tutarlı politikaların hayata geçirilmesi gerekir. Eğitimde, adalette ve ekonomide güven verici örnekler üretildiğinde ülkü, soyut bir söylem olmaktan gerçek bir olaya dönüşür. Türkiye bunu ne kadar başarabiliyor? Türkiye fedakarlık beklediği bireylere sunacak hangi motivasyona sahip? Bunlar itiraf etmesi zor hakikatler içeren uzun tartışmalardır.
MOSSAD’ın adanmışlığı
Netflix dizisi The Spy, Mossad ajanı Eli Cohen’in yıllar süren fedakârlığını anlatır. Cohen, Suriye’de sahte bir kimlikle üst düzey yetkililer arasına sızmış, ailesinden uzak, sürekli risk altında yaşamıştır. Bu adanmışlığın kaynağı, İsrail’in kollektif mesajı ve buna yönelik başarısıdır. Bizden örnek vermek istemiyoruz, sadece vatanını seven bireyler olarak bir tehlikeye dikkat çekmek istiyoruz. Türkiye cephe savaşını değil istihbari savaşı bile değil, kendi içinde yaşama savaşını başarabiliyor mu? Milliyetçi söylemlerin ardındaki yolsuzlukları giderebiliyor mu?
Bir savaşa ne kadar hazırız?
Siyasetçilerin söylemlerine değil davranışlarına bakarsak İsrail ajanlarına gerek kalmamış olabilir. Her gün yolsuzluk, her gün edepsizlik ile profesyonelce uğraşıyorlar. Her büyük çöküşte Türk halkının fedakarlığına dayanan siyasetçiler bu sefer aynı fedakarlığı görebilecek mi? Bırakın bir savaşta siyasilerin söylemleri için ölmeyi, kendi çevresine edep göstermede bile zayıf bir kuşağın içindeyiz. Siyasetçinin açacağı savaşta ölmeden önce basit trafik kurallarına, ahlak ilkelerine uymayı başarmamız gerekir.
Ahlak davası, tekamül yolculuğu
Bütün bir ülkenin derdi her seferinde rezil olduğu futbol müsabakaları olabilir mi? Nasıl bir ahlak yoksunu kitle yolsuzluğun paravanı olan ve her seferinde utanç ve yoksulluk getiren bir oyunun içinde kendini kaybedebilir? Topluma ilişkin birçok emareden sadece birisi bu. Cephede ölmesi gerekmez, önce trafikte basit saygı kurallarına uysun isteriz. Sorumluluk almasın ama sorumluları da eleştirmesin. Tekamülde ilerlemesin ama geri de gitmesin, çocuklaşmasın.
Böyle bir insan modeli için başlıca yapılması gereken hedefin ve yolun düzgün tutulmasıdır. Ancak doğru bir hedefe doğru şekilde gidebiliriz. Önce ülkümüzü gözden geçirmeli, sonra ikna edici bir ahlak ile doğru davranmalıyız. Aksi halde acıyarak baktığımız siyasetçiler gibi kendi cezamızı verip buna ödülmüş gibi bakarız. Ülkeleri düşündüğümüz kadar ülküleri de düşünürsek; hedefler kadar öncelikleri de hesaba katarsak; kazanımlar kadar değerleri de önemsersek belki başarılı olabiliriz.
Milliyetçi ya da fedakar olma söyleminde bulunan kişi önce öfkesinden fedakar olabiliyor mu diye soralım. Milleti için sokaktaki insana saygı duyabiliyor mu? Ülkeyi savaşa götüren siyasetçi vatanı için ahlaklı olabiliyor mu? Çocukların izlediği saatte millete hakaret etmemeyi becerse yeter. Çaldıkları onun olsun, hayır işleriyle uğraşıyormuş gibi görünebiliyor mu?