Arada bir penceremin önündeki ağaçlara bakarım ve onların canlı olduğunu düşünürüm. Bunu da kimseye söylemem. Ne canlı olduklarını ne de onları canlı görmeye çalıştığımı. Bu aslında herkese ayan olmuş bir sırdır. Bitkiyi bilim yaparken canlı sayarsın da önünden geçerken selam vermezsin. İşte buna şaşarım.
Ağaçlar öyle canlıdırlar ki yanınızda olmaları bile gerekmez. Orada bize göre küçük ama kendilerine göre yeterli büyüklükte bir paralel evren vardır. Işık huzmesinin içinden geçerek gidilir. Kapısı da vardır, kapı evrensel bir şey. Tıklatmaya gerek yoktur. Kimse var mı diye de bakmanıza gerek yok.
Buradan iki vesait, sizin dilinizde. Şoföre 200 TL uzatmayın kızıyor, sizin dilinizde. Ama yine de parasını alıyor, bedeli var tabi. Determinist bir volatilite, bir sabit değil ki anlatayım, bir fonksiyon daha çok. İçindekine göre bu da dinamik yani, tasviri mümkün değil… de deniyoruz işte.
Gitmek istediğinizde gittiğiniz bir yer değil bu paralel evren. Gitmeniz gerektiğinde de değil. Gittiğinizde gittiğiniz diyebilirim. Bir gün yine gidiyorum , artık her gün geçtiğimiz için kanıksadığımız o muhteşem ağaç manzaralı yol gibi olmuş aradaki mesafe. Sıradanlaşmış en yücesi, kimse tenezzül etmez olmuş nefese, en gereklisi. Su gibi, her şey, ama benim için yol olmuş “sadece”.
Işık içinde ışık, sonra daha ışık. Kimseye söyleme diyor ama, bu yol kestirme. Işığın kestirmeye ihtiyacı mı var diyorum, ondan hızlısı mı var? Gülüyor, sizin dilinizde. Ağaç kollarını uzatıyor, binlerce evren boyunca tekrar etmiş gibi bu hareketi. Dansını bölüyorum ama önemli değil gibi de. İçeri buyur etmiyor, içeri buyurmuyorum da. Dışarı çıkıyorum, bizim evrenden.
Nedir, ne değildir derken bakıyorum öbür taraftayım ama “öbür” ne onu da bilmiyorum. Kimse de cevap vermiyor, çünkü burası cevapların yeri değil. Elmas mı desem, en değerli şey neyse o gelmeli aklıma, sizin dilinizde de her neyse; öyle bir şey… Değer-değmez uçup gidiyor bu alemde.
Değer değmez yok olan bir limit gibi erişemiyorum, değemezsin zaten de hani öyle bir süperpozisyon. Kimsesiz kimse gibi. Vay be diyorum, bu muydu bizim evrenin olayı da! Uzay gemimiz -sizin dilinizde- sarsılmaya başlıyor. Bizim evrenden çağırıyorlar.
Sonra dünya, bizim evren alıyor beni buradan. Sıradan insanlar, bürokratlar, adliye duvarı suratlı zavallılar, beş kat yukarı çık orada saçmalıklar var. Bunu imzalat getir, şunun kopyası eksik, bunun süresi geçik… Neyse ki evrenlerden sadece birinde…