Anlat dedi. Anlatmayınca vurdu. Anlatmadıkça daha sert, daha acımasız oldu. Vurdu da vurdu, anlatmadıkça daha da kudurdu. Sonunda çözüldüm. Tamam dedim hayat, anlatıyorum. İşte böyle başladı yazı işleri. Bu yola keyfimden girmedim. Yazmak gerekti, yazdım. Hayat beni sürükledi. Zaten isteyerek olmaz bu işler, yaşayarak olur. Yaşadık, yaşamaz olmayı dilesek de. Görmek istemesek de gösterdi. Hayat bizi sürükledi; hayat diretti, dövdü, söyletti.
Vurdukça bilendim. Sen istedin dedim. Bu yüzdendi felsefi aforizmalar. Araya sıkıştırılmış afili sözler celladına atılmış bir öfkeli bakış gibiydi. Vurmasın diye anlatmaya başlamıştım, ama artık fark etmiyor. Müptelası oldum hayati itirafların. İflah olmaz bir itirafçıyım. İstenmeyen ayrıntıları uzun uzun anlatıyorum. Tarafımdan beklenen iki satır kelam iken abarttım. Merak edilmeyen şeyleri bağıra çağıra anlatıyor, hatta biraz da hayal gücümü katıyorum. Ne yapayım, sonuçta yazdıran ben değil, yaşadıklarım.
Ne yaşadıysam onu yazdım. Zaten hep derler, iyi yazmak için kendini yaz. Yani bildiklerini anlat, örneklerin kavrayışında yer alsın. Ben iyi bir yazar değilim, ama iyi bir itirafçıyım. İtiraf ettim, insanlığın ayıplarını ortaya serdim. Güzel yazmıyor, güzel konuşmuyorum. Estetik kaygısında değilim. Tek farkım kimsenin dile getirmediği acı gerçeği ağzımda gevelemek. Her şeyi de bir anda söylemiyorum ki hayatın sorgusu biraz daha sürsün. Biraz daha nefes alabilmek için koz bırakıyorum. İşim bitmesin diye sakladığım şeyler var.
Geçenlerde yine dayak yiyorum. Durdurmaya çalışmadım. Sonradan fark ettim ki anlatmak istesem de mecalim kalmamış. Demek ki bizi rehin alan şu felek için bile iyilik yapmak gerekiyormuş. Anlatacak halimiz kalsın diye dur demek gerekiyormuş. Bu yüzden biraz ibadet, biraz iyi niyet ve güzel edebiyat sarf ettim. Sonra canlandı ahvalim. Anladım ki edebiyat bir yakarış, yazmak ise kaçınılmaz. Yazmanın kaçınılmazlığı hayata geldiğimizde başlamış. Başlangıçtan itibaren görmüşüz filmi. Tamamını izlemeden yorum almıyor. Sonunda da çıkmıyoruz, ölüyoruz.
Anlat dedi hayat. Vurdu, dişlerimiz döküldü, sırıtmak zorunda kaldık. Vurdukça canlanmamızı bekledi. Ne yapsın, hiç anlatan yoktu. İnsanlar vurdukça içine kapanıyordu. İnsanlar zoru gördükçe siniyordu. Halbuki bir açılsan, bir yazsan, mahkumiyetin keyfine varsan. Konuşmaya mahkum olduğunu, insan olarak bu yola çoktan girdiğini fark etsen, sen de anlatırsın.