Birey dünyaya ne yapacağını bilmeden gelir. Çevresindekiler ona yıllarca limitlerini bildirir. Limitlerini bilince özgürleşir. Yine limitlenerek oluşturulmuş bir yapı olan dil sayesinde daha da limitsiz olur. Kurumlar bu işin tepesindedir. Bireyin ve toplumun limitlerini en güçlü yapı olması sayesinde çizerler.
Kurumlar güçlerinin kurbanıdır, denge kuramamışlardır.
Herhangi bir devlet, STK, din, şirket her zaman gücünün kurbanı olur. Alttan gelenler yeterince serbest bırakılmayınca yukarı çıkacak kimse olmaz. Çıkanlar limit bilmekten değil, bilmemekten terfi etmişlerdir. Geri kalmış toplumlar, batan şirketler, unutulan dinlerin ruhbanları ya altyapıyı aşırı limitledikleri için ya da yeterince limitlemedikleri için mağdur olmuşlardır.
Kurumsal güç ezicidir. Ezmemek için mekanizmalar olmalıdır.
Kurumlar ailelerden farklı olarak kesin ve acı limitler koyarlar. Çocuk ailenin limitlerinden kaçabilir, ancak devletin limitleri aileyi de kapsadığı için her taraftan kapsar. Kötü bir aileden çıkan başarılı bireyleri duyarız, ama çoğu toplumdan dünya sahnesine çıkan birey sayısı çok azdır. Devletin şiddeti meşru olduğu için, yani insanlara istediğini yapıp cezadan istisna kaldığı için her toplumda buna karşı mekanizmalar kurulmuştur. Devlet belli bir kelimenin ya da fotoğrafın düşmanı ise onu barındıramazsınız, ama aileniz karşı ise ailenin yaptırım gücü ricadan öteye gidemez. Ailede en fazla anneyi babaya, babayı dedeye şikayet edersiniz, ancak devlette mahkemeler vardır.
Devlet gücünün yanlış kullanımına karşı yargı yolu açıktır. Ancak yargı bağımsız değilse, siyasallaşmış ise o devletin geleceği yoktur. Zira devlet sahipsiz bir toprak gibidir, muhakkak ot bağlar ve kötüler tarafından istismar edilir. Bağımsız denetim mekanizmaları olmalıdır. Yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız değilse, vatandaş aşırı limitlenir ya da organize olamadığından limitlere alıştırılamaz. Krallıklarda bile din gibi bir limitleyici olmalıdır, kurum kendisini bir şekilde limitlemelidir. Çoğu şirket çalışanlarının şirkete dair olguları ifade etmekte sıkıntı yaşaması yüzünden toplantılarında onlara konuşma süresi ayırıyor. Altyapıdan üstyapıya geri bildirim alabilmek için bu tür kurallar şarttır.
Kurumlar yeterince limitlemeli ve gelişime açık bırakmalıdır.
Bireylerin yaptığı en büyük hata ile kurumların yaptığı benzer. Basit cevaplara tenezzül etmek bizi şüphelendirmelidir. Rahatlatan cevaplar şüphe uyandırmalıdır. Çoğu devlet vatandaşları hakkında basit, indirgemeci yaklaşımı yüzünden kaybeder. Bir konunun yasaklanması basit çözümdür, halbuki hayat karmaşıktır. Böyle bir limit yarardan çok zarar getirecektir. İnsanlarla uğraşmak gerekir, hayat bunun için var.
Osmanlı Devleti’nin modernleşme serüveninde devlet teşkilatı batı karşısında sadece askeri yenilikleri alabileceğini sanmıştı. Halbuki topyekûn bir yenileşme gerekiyordu. Silahlara evet dendi, ama tiyatro yasaklandı. Gelişme bu kadar basit değildi. Askerlik zorunlu ve ücretsiz oldu, vergi reformu ile üründen değil paradan vergi alınmaya başlandı. Vatandaşları limitleyen bu gelişmelere karşı özgürleştiren, kendiliğinden olacak gelişmeler de engellendi. Örneğin vatan şairi Namık Kemal‘in samimi tiyatro eseri Vatan Yahut Silistre halkta nümayiş uyandırdığı için, yani halk duygulandığı için yasaklandı ve padişah devletin öncülerinden bir adamı Kıbrıs’a zindana gönderdi. Böylesi bir limitleme kabul edilemezdi, gelişmenin yaratıcı yıkımıyla başa çıkılamadığı için devlet giderek zayıfladı.
Kurumlar limitlerini tatlı sert hissettirmelidir.
Eğitim limitlerin kazandırılmasıdır. Harfler ve sesler belli limitlere sahip olduğu için anlamlıdır. Ölçü birimleri belli sınırları olduğu için işimize yararlar. Bireyler limitleri olduğu zaman yaşanabilir canlılar olurlar. Limitsiz birey olmamalıdır, çünkü birlikte yaşamanın limitleri vardır. Limitsiz devlet de olmamalı, kendi iktidarını sınırlamalıdır.
Kurumsal eğitim mümkün olduğu kadar özgürleştirici olmalıdır.
Hiçbir devlet vatandaşını özgür bırakmak istemez. Her devletin işgücüne, askere, araç olacak insanlara ihtiyacı vardır. Lakin bazı devletler işgücü arasında özgürlük vereceği isimleri sınıflayıp hiyerarşiye yerleştirecek mekanizmalar kurmuştur. Sosyal yapıda böyle bir geçişken yapı kuran devletler gelişir, basit cevaplarla yaşayan indirgemeci devletler insan gücünü kullanamadığı için geri kalır. Özellikle de devletin ve dinin eğitimi zaten çok limitleyicidir. Zaten limitleyici olan bu kurumlar artık özgürleştirici tedbirler almalıdır.
Devletin gücü çok büyük ve katı olduğu için eğitim kurumunu reform etmek çok zordur. Halen 19. yüzyıl paradigmasının işçi sınıfını yetiştirmeye zorlanıyoruz. Mevcut eğitim çoğunlukla söylenen şeyi yapmakla ilgili bir zeka ölçütüne sahip. Halbuki bizim sezgisel, hayalperest, çok takmayan tarafımız vardır. Zihnimizden başka, kaslarımız, gözlerimiz, ellerimiz vardır. Boş durmakla, isyan etmekle topluma katkı yapanlar vardır. Ancak bunlar bireyselleştirme isterler, yani organize bir devlet bunları değerlendirebilir.
Din ve devlet komik duruma düşmemelidir.
Devleti kontrol eden hükumetler siyasi rakiplerini internetten silmeye çalışınca, belli bir dinin ruhban sınıfı da bilimsel bilgi gereken konulara antik anaolojilerle açıklama üretmeye çalışınca komik olur. Yapamayacağı, zaten yapmaması gereken konularda beyanda bulunmak kurumsal ciddiyeti ortadan kaldırır. Kurumlar da limitlerini bilmeli, ciddiye alınmak isteyen kurumlar bireyin kişisel meseleleri ile uğraşmamalıdır. Kurumların uğraşacak daha önemli işleri vardır.