2-3- Eğitimde öğrenenin limitleri

“Eğitim limit eğitimidir” derken sınırlayarak özgür kıldığımızı ve sınırlayarak özgürleşmeyi öğrettiğimizi söyledik. Peki öğrenen birey kendini sınırlamalı mıdır? Hayır, sınırlayıp özgürleştirmelidir. Bu paradoksun yalnızca bir tarafıdır, sadece özgürleştirmek de bir kandırmaca olur. Zira bir kelimenin anlamı onun başka anlamlara gelmemesi iken bir kişinin özgürlüğü de kendini sınırlamışlığı ile paraleldir.

Hücre zarı ve deri gibidir.

Bireyler hayata kuralları bilmeden gelir. Deneyip yanılarak, hata yaparak başta ebeveyninden sonra da toplumdan limitleri öğrenir. Bunları öğrenirken çok fazla sınırlanmaktan ve sınırsız bırakılmaktan çekinmesi gerekir. Hücre zarının hücreyi var etmesi, derimizin bizimle dış dünya arasında bir çizgi çekmesi gibi limitler bizi var eder; ama geçirgen olması da yaşatır. Birey hayatı topyekun kontrol eden kurumlardan ve bunların aracısı olan öğretmen, ebeveyn, vatandaş gibi öznelerden kendini nasıl limitleyecek ve özgürleştirecektir?

Zayıflar zayıflıkları sayesinde güçlü olacaklardır.

Güç ve limit başlıklarının en mağdur öznesi öğrenen, yani bilgiye talip olandır. Öğrencinin sonraki başlığımızda avantaja dönüşecek bir eksikliği vardır. İlk başlıkta güçsüz olması, şimdi ise bilgisiz; yani limitsiz olması geleceğini parlak kılar. Böylelikle birey kendini sonraki güç ve sonraki bilgelik ile avutup zayıf ve sınırlı kalmayı kabullenebilir. En azından insanlığın bu kolunun devam ettiğini söylemeliyiz, buna; yani eğitime uygun bir altyapımız var. Zayıf, etkisiz çocuk güçlenirken mevcut koşullara önceki kuşaktan daha iyi hazırlanır. Ölüm sonraki kuşaklarda canlılığın gelişmesini nasıl sağlıyorsa eski kuşak için zayıf olmak da çocuklar için bir yenilenme fırsatıdır.

Kağıttaki medeniyette ok ters yöne çizilebilir.

Bireyler öğrenme ve gelişme potansiyeli ile doğarlar, bu esneklik doğuştan mevcuttur. Referans yapıları, aileleri ve çevreleri onları aşağı çekmez ise çocukluk yeniden öğrenmedir zaten. Ancak bir okun kağıtta ters yöne çizilmesi gibi bireyleri ters yönde eğitenler de vardır. Fizik kurallarına aykırı olan bu davranış eğitilerek günümüze ulaşan insanlığın bir firesi gibidir. Peki birey ters yöne, doğanın aksine götürülmeye nasıl direnebilir?

İnsanoğlu ebeveynine ve kendi kültürüne karşı çıkmaya meyilli değildir. Çocukluktan beri her şeyi dikte ile alırız, çevremizdekileri taklit ederiz. Geri kalmış toplulukların hayatın gidişatına aykırı eğitimine nasıl direnebiliriz? Öncelikle savunma mekanizmalarımıza dikkat etmeliyiz. Bahane bulmaya başladık mı her inanca bahane bulup inanabiliriz. Gerekçemizin olması önemli değildir, koca bir toplumun veya insanlığın bunu kabul etmesi bile yeterli değildir. Pratik sonuçlara bakmalı, eğitimimizin bize huzur ve refah getirip getirmediğine odaklanmalıyız.

Birey eğitimini sınamalıdır.

Eğitimin hangi problemi çözdüğüne odaklanırsa hem iyi bir motivasyon hem de geçerlik zemini elde edebiliriz. Demircilik eğitimi demirin işlemeyi, tıp eğitimi insanı yaşatmayı mümkün kılar. Geçerli bilgiler olduğu şüphe götürmez. Günümüz formel eğitiminin ne eğitimi olduğunu düşündüğümüzde ise herhangi bir isim bulamıyoruz. Aydınlık değil, belki vatandaşlık eğitimi olabilir. Ancak iyi bir vatandaş olmayı sağlıyor mu? Yoksa düşman edip bırakıyor mu?

Eğitimden geriye ne kalıyor?

12 yıllık temel eğitimden geriye ne kalıyor? İletişim, sosyal ve biraz da araştırma ve öz-denetim kazanımları kalıyor; ancak en önemlisini asla alamıyoruz. Düşünme, bireyin en önemli kazanımı, tam tersine zedeleniyor diyebiliriz. Örneğin, olaylar karşısında problem çözme aşamasına geçmek bir yana; doğru algılayıp düşünme ve sorgulama safhasına geçmeyi bile beceremiyoruz. Sokrates’in temel eğitim felsefesini hatırlayalım. “Herkes iyi bir hayat yaşamak ister, iyiyi ve kötüyü ayırt etmeyi öğrenmeden iyi bir hayat yaşayamayız, ayırt etmek için sorgulamamız gerekir, sorgulanmayan hayat yaşanmaya değer değildir.” Eğitim sistemimiz sorgulamayı öldürüyor, çünkü halen 19. yüzyılın kil tabletleri gibi muamele görüyoruz. Her yerde bilgi var, buna rağmen kitaptakini sınav kağıdına aktarmaya uğraşıyoruz.

Eğitim tüm toplumsal kurumlar gibi değişmesi için uzun zaman gereken hantal bir yapıdır. Hele ki devlet gibi bir güç söz konusu olduğunda onu eksik hissettirip geliştirmek çok zordur. Genellikle başka devletlere ya da doğaya karşı kaybettiğinde sistem değişir.

Birey gerçeklerle yüzleşmeyi öğrenerek önlem alabilir.

Nefsimize ağır gelse de sorgulamalı ve rahatlıktan şüphe duymalıyız. Basit cevaplardan ve kesinliklerden rahatsız olmalıyız. Beynimiz enerjiyi tasarruf etmeye çalışır, ne pahasına olursa olsun bizi yaşatmaya çabalar. Bedenimiz yorulmayı sevmez. Zihnimiz ve fikirlerimiz ise yormazsak yanlış yola saparlar. Değişen dünyada değişen hava durumları gibi kavramlarımız vardır. Kavramlar hep değişir, dünya sabit kalmaz, ama bir bir kere öyle öğrendik diye öyle olmasını diretmeye meyilliyizdir. Eğitimimizi sorgulamak, güncellemek zorundayız. Dünya durmuyorken biz neden duralım, dünya dönüyor, güneş bile dönüyor, galaksi ve evren sabit değil ki!

Motivasyon, öz denetim ve vizyon sağlamalı.

Kişi umudunu kaybetmezse iyi bir hayat yaşar. Yalnız kendi başına geliyormuş gibi yaşamamalıdır. Şimdiye kadar öyle oldu diye öyle olmak zorunda değildir. Gelecek değişebilir. Motivasyon, yani öğrenme ve sorgulama için yapma sebebi ilk başta gelir. Daha sonra birileri söylemeden yapmak, yani öz-denetim gelir. Ardından bir eylem planı, yani vizyon olmalıdır. Ne yapmak istediğini belirledikten sonra hayatın meydan okumalarından kaçmamalı ve yüzleşerek devam etmelidir.

Eğitimde, yani bireyin kodlanmasında en az verilen kazanım en önemli kazanımdır. Düşünme kazanımını sağlamak için birey bahane bulmayı bırakıp sürekli sorgulamaya kendisini hazırlamalıdır. En etkin yöntem sorgulamayı öğrenmektir.

Leave a Reply