Neden yazıyorum?

Neden yazıyorum

Neden yazıyorum

Yanıt arıyordum, soru aramaya başladım. Sordukça sordum. Hayat nedir? Hayatta ne yapıyoruz? Ne yapmalıyız? Neden yaşıyoruz ya da ölüyoruz ya da öyle sanıyoruz? Neden, nasıl, neyle, nerede, ne… Neden bu soruları soruyoruz? Neden ben soruyorum? Bunları neden yazıyorum?

Neden yazıyorum?Yıllarca sorular sordum, cevapladım. Kendi kendine geçen bu çabalardan sonra binlerce yıldır orada duran farklı bir yolu denemeye karar verdim. Kendi kendime yazmanın yazının temel amacına hizmet etmediğini anladım ve “yazmaya” başladım. Yazmak iletişimdir, bizi kendimizle ve diğerleriyle bağlar. Yazılar kendince defterlerde duracağına insanlara aktarmalı diye düşündüm. Çünkü aradığımız şeyler, özellikle de bu kadar insana dairse, diğer şeylerle bağlantılı olmalıydı. Bireyin sorusu kendinden diğer bireylere, oradan da daha genele, evren ve ötesine dek her şeyle alakalıydı. Bunu sonra kurcalayacağız.

Bu yazı yumağı her şeye dair genel bir “şey” uydurma çabasındadır. Aradığımız şey, sahip olduğumuz şeyler, aramamız gereken şey, bulmamız gereken şey, bulmamamız gereken şey, şey nedir, şey neye denir, neye şey denir, neye denmez gibi şeyleri şey edeceğiz. Yazıların kişisel bir tatmin aracı olarak derlendiğini söylemek gerekir. Evet, kendim için yazıyorum. Ama kendim nedir? Bilinmez. Yalnızca özelden genele bir fayda(!) gözettiğini söylemeden geçemeyeceğim. Tabi benim için faydalı olan daha genelim olan insanlığa ve onun da geneline, varlığa ve onun da geneline hiçliğe, onun da içindeki varlığa falan filan.

Neden yazıyorum? KalemtıraşÖzelden genele gidişi tarif etmek gerekirse: uçakta Allah korusun “düşme olayı” yaşandığında oksijen maskesini önce kendine sonra çocuğuna vermek gibi diye tarif ederim. Bu, oksijeni çok sevdiğimden değil, kendimi kurtarmazsam çocuğu nasıl kurtaracağım! nedenindendir. Kendine faydalı olmayan başkasına nasıl olur? Tabi “kendi” göreli bir şeydir. Kişiye ve zamana bağlı olarak, sorumlu olduğumuz bütünün içeriği değişebilir.

Bir şeyi düzetmeye önce kendinden başlamalı. Herkes kendini düzeltirse toplum düzelir. Bugünkü yanlışların çoğu da “başkasını düzeltmeye çalışanlar”dan kaynaklanmıştır. İyilik timsali bu kişiler tarih boyunca çeşitli şekillerde ortaya çıkmıştır. Bugün: “size özgürlük getirdik” biçimini gördüğümüz iyilik(!) örneklerini daha önceleri “size sosyalizm getirdik”  daha önceleri ve tarih boyunca “ Birlikte iyi iş yapabiliriz ($)” gibilerinden duymuştuk. Tabi bunlar kısıtlı örnekler, insanlar kadar çeşitli savunmalarla değişik iyilik timsalleri görülmüştür. Tabi bunlar arasında daha zalimce olanlar vardır. “Size ölüm getirdik- imparatorlar” ve “ Size kendimizi getirdik- Naziler” gibi. Ne yazık ki bu zalimler aynı işi yapmalarına rağmen açık sözlülükleri sebebiyle tarihte hep aşağılanmıştır.  Onları aşağılayanlarsa ne tesadüftür ki demokrasi ve özgürlük abideleri olduğundan ve kendi çöplüklerinde küçük dağları biz yarattık havalarından yere göğe sığamamaktadırlar. Bu sığamayış dünyadan dahi taşmakta, yakında uzay parsellemeleri yaşayabilme ihtimali oluşturmaktadır.

Neden yazıyorum? daktiloKendim için yazmak ve kendi’nin muhtevasına dair bazı sözlerim var. “kendi” dediğimiz şey, şahıs veya tekil varlıklar günlük hayat denilen garip oyunun kurallarından biridir. Aidiyet duyulan veya sahiplenilen şey hayatın diğer tüm varsayımları gibi oyuna aittir. Büyük oyunun tüm parçaları gerçekmiş gibi yapılan varsayımlardan ibarettir. Bunlar gerçektir. Çünkü gerçek, kendi içinde yine bir varsayımdır. Tekil bireylerden yola çıkalım. Bir insan “ben” ile belli bir kütleye sahip vücudunu kast ediyor. Sahiplendiği şeyin neresi tam olarak o kişidir bunu sorgulamak gerekir. Ben, denilen şeyi organlar oluşturur. Organları dokular, dokuları hücreler, hücreleri moleküller, molekülleri atomlar, atomları da onların altındaki sonu görünmeyen parçacıklar ailesi… Sahiplendiğimiz bu trilyonlarca birimin dışında ait olduğumuz bir aile vardır. Biz genele gittikçe farklı genetik yapıya sahip olan ebeveyn, sülale, soy, millet, ırk, tür gibi yine sonu görünmeyen akrabalık bağıyla öncemize aitiz. İki uçtan da ben denilen şeyin bir bütün olduğunu ve bir bütüne de parça olduğunu görürüz. Bu birliğin farkına vararak hayattaki her eylemin her şeye yönelik olduğunu söyleyebiliriz.[bak.dmy.info/hayat-nedir]

Neden yazıyorum? klavyeHayattaki şeylerden bahsetmeden önce hayattan biraz bahsetmek gerekir. Hayatta birçok sorun yaşarız. Bugün ne yiyeceğim? Bugün yiyebilecek miyim? Neden böyle şişmanım? Ne yapıyorsun Johnny bırak o silahı! gibi sorulardan önce bunların içinde bulunduğu hayatı bir sorgulamak iyi olurdu. Yani o kadar sorun yaşıyoruz ama sorunların kaynağı ve çözümü olan hayat hakkında sorularımız pek azdır doğrusu. Sarhoş bir sürücüye neden kırmızı ışıkta geçtiğini soruyoruz ama neden alkollü araç sürdüğünü sormuyoruz. İşin ilginci hayatı sorgulamak bu değil, arabayla gitmeyi sorgulamaktır. Bu yolculuğu neden yapıyorsunuz? Muhtemelen cevaplanabilir. Yolculuğun anlamını bilmeniz, daha önce tecrübe etmenizden gelir. Yolu, arabayı, yolculuğu dışarıdan ve içeriden görmüşsünüzdür ve anlarsınız. Hayat yolculuğunu kavramanın böyle bir sıkıntısı var. Hayat yolculuğunun içinde doğuyoruz. Dışarıdan görmek mümkün değil, içeriden de ancak küçük bir kısmına bakarız. Gözlerimiz ufak kısmına bakıp kalır. Anlam vermeye bile çalışmayız. Çünkü yol bizi o kadar meşgul etmektedir ki, yolculuk amacını ancak gerçekleştirebiliriz.

Yaşam yolculuğunun elzem ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra yaşamanın anlamını sorgularız. Yaşamı sorgulamak için yaşamak gerektir. Ben dahil birçok kişinin hayatın amacının onun kendisi olduğunu düşündüğünü sanıyorum. Bu tür muğlaklıkları için bir kitabımız olduğunu söyleyerek yazılarımın nedenine geri dönmeliyim. Kendimi hedeflediğim doğrudur fakat bu, başkası için bir kendi hedefidir. Şu an hiç de başka yazacak şey gelmedi. Benzer yazıları okursanız anlayacaksınız.

Yazar bütün antenlerini açmış olarak bu çağda dünyanın yüzünü, insanoğlu’nun yüzünü  saptamaya çalışır. İnsanoğlu nasıl duyumsamakta, neyi düşünmekte, nasıl davranmaktadır? Tutkuları, kısırlıkları, umutları nelerdir?” Ingeborg Bachmann, Bu Tufandan Sonra,Hazırlayan ve çeviren Ahmet cemal,  Metis Yayınları, 1990, s. 46

Ayrıca Bakınız

One Response

  1. ercan demir 29 Eylül 2013

Leave a Reply