Antik Yunanistan’da Teseus adlı efsanevi bir kral varmış. Atina şehrinin kurucularındanmış. Kral Teseus gemisiyle denize açılıp tehlikeli düşmanları ve canavarları mağlup edermiş. Onun kahramanlıklarını anmak isteyen Atina halkı Teseus’un gemisini limanda korumaya alarak anıt yapmaya karar vermiş. Limanda anıt halinde bekleyen geminin tahtaları zamanla çürümeye başlamış. Gemiyi sağlam tutabilmek için çürüyen tahtaları aynı malzemeyle değiştirmişler. Tahtaları aynı malzemeyle değiştirseler de birçok değişiklikten sonra bir soru gündeme gelmiş. Tahtaları değişmiş olan gemi hala Teseus’un gemisi mi, yoksa yeni bir gemi mi?
Bir gemi ne zaman kendi olmayı bırakır? Bir tahtası bile değişince hala aynı gemi olmuyor, ama ona kişilik addediyoruz. Peki bir insan ne zaman kendi olmayı bırakır, kendisi nedir ki? Gemi tahtalardan oluşur da insan etten mi oluşur?
Et yemektir, dışarıdan zorla alırız. Ben dediğimiz beden bizim bile değildir. Başkasıdır, zira dünyaya da bizi başkası getirir. Başkası yetiştirir, yedirir, öldürür. “Ben” bedense, öyle bir şey yoktur.
Ödünç bedenlerimizde, “yemek” bedenlerimizde bile duramıyoruz. Teseus’un gemisinden hiçbir farkımız yok. Bir yapıyız ve çürümemek için “beni” yani bedenimizi söküp yenisini takıyoruz. Her an ölüyor ve yenileniyoruz. Hücrelerimizin ömrü var, ölüyorlar ve yenileri kendince yaşıyor. Bizim haberimiz bile olmuyor. Beyin hücreleri hariç değişmeyen hücre yok. Beynin içinde de bilgiler değişiyor, onun olayı o.
Beden değişiyor da içindeki(ya da dışındaki) kişilik değişmiyor mu? Küçükken düşündüklerimiz ile şimdiki arasında büyük fark var. Çoğumuz atalarımızdan farklıyız. Dünden beri bambaşka kişilere dönüşenler olmuştur. Bu yazının başlangıcından beri birçok şey değişti. Hayat böyle, hayat değiştirici ve zorlayıcı.
Teseus’un gemisi yok edilse de var. Çünkü hikayesi var. Anıt olarak korunan gemi hikayeyi hatırlatmak içindir, geminin tahtalarını değil. Gemi hala aynı gemi midir, önemli değil. Amaç gemi değil, hikayedir.
Hayat bir hikayedir. Üzerine yazdığımız kağıtlara beden diyoruz. Kağıtlara mı hayranız, yoksa anlatıya mı? Ben ölür, kağıt çürür, hikaye kalır. Hikayenizi havalı kağıtlara, süslü bedenlere yazmanız belki bir etki yaratır, ama iyi bir hikaye basit bir kağıtta bile etkileyicidir. En güzel hikayeler ise kağıtlara ihtiyaç duymaz.