I. Anlamın Doğası
Bir zeytin, kendi başına en anlamlı şeydir; yine de insanlar için önemsizdir. Ancak bazen bir zeytin kısa süreliğine anlam kazanabilir — örneğin, bir aile kardan adam yaparken onun burnu olduğunda. Yine de bu anlam yalnızca o günle sınırlıdır. Öte yandan, bir zeytin boğazına takılırsa, o anda düşünebildiğin tek şey olur.
Tıpkı zeytin gibi, bir aile kendi üyeleri için anlamlıdır ama yabancılar için değildir. Aynı şekilde, insanlar da kendileri için anlamlıdır, ancak doğa bizimle ilgilenmez. Uzak bir süpernova günlük hayatımızda hiçbir şey ifade etmez, ama yakın bir süpernova tüm düşüncelerimizi kaplardı. Bu gözlemler bizi şu soruya götürür: Ne için, kimin için anlamlıyız? Görünen o ki anlam, doğuştan gelen bir özellik değil; bir referansa, bir bağlama bağlıdır.
II. Ölçeğin Çerçevesi
İnsan vücudundaki otuz trilyon hücreden biri, bütünle kıyaslandığında önemsiz görünür; yine de her biri yaşam için gereklidir. Bu bakımdan hücre hem önemsiz hem de vazgeçilmezdir. Paradoks, algıdadır: tek başına bir hücre anlamsız görünür, ama hepsi bir araya geldiğinde yaşamın temelini oluşturur.
Ölçek büyüdükçe, algılanan anlam da artar. Her daha büyük küme — doku, organ, organizma, gezegen, galaksi — daha yüksek bir anlam düzeyi taşır. Sonunda, en büyük üst küme olan evren en anlamlı varlık hâline gelir. Buna karşın, en önemsiz olan alt atomik bir parçacık olabilir; ki bu da ironik biçimde evrenin detaylı hâlidir. Bu yüzden, detaylar önemsiz görünürken, büyük resim anlamın özünü taşır.
III. Evren ve Benlik
Kimse bizim evrenin bir parçası olduğumuz iddiasını çürütemez. Biz onun içindeyiz, ama o yalnızca bizden ibaret değildir — o, her şeydir. Eğer kendini yalnızca bir birey olarak görürsen, önemsiz olursun. Ancak her şeyle bağlantılı hissettiğinde, sen her şey olursun.
Derler ki, yeterince derin odaklandığında evreni kendi içinde hissedebilirsin. Sonuçta, hepimiz Büyük Patlama’nın kalıntılarıyız — her yöne doğru hâlâ genişleyen aynı tekillik. Fakat neden genişlemeye devam ediyoruz? Belki de evren, yani asıl benlik, kendi büyüklüğünü ve gücünü hissedip tıpkı bizim küçük hayatlarımızda yaptığımız gibi kendini sınırladı. Daha sonra, kişilik dediğimiz şeyleri icat ettik; tıpkı oyunlardaki avatarlarımızla özdeşleşip gerçek benliğimizi unuttuğumuz gibi. Bir avatar ne kadar küçük ve geçiciyse, bir insan da tüm varoluşa kıyasla o kadar küçük ve geçicidir.
IV. Sınırlı-Evren: Sınırların Oyunu
Belki de evrenin eğlenme biçimi budur — bir “sınırlı-evren” (limitverse). Kendimizi sınırlarız, onlara yaklaşırız, ama asla dokunamayız; çünkü sınırlar sürekli hareket eder. Oyun — yani sınır — her zaman biraz daha uzaktadır.
Bu bitmeyen kovalamaca sayesinde sıkılmayız; ufku hep daha ileriye taşırız. Özünde, bu kozmik saklambaç oyununda ölürüz; illüzyonu bozmayalım diye kendimizi sınırlarız. Arzunun nesnesi hiçbir zaman tatmin değildir — arzunun kendisi daha çok sınırlamadır.
Evren aslında bir sınırlama sistemidir: zaman ve mekân birer sınırdır, madde başka bir sınır, yaşam bir diğeri, insanlık bir başkası… Bu bakış açısıyla bakıldığında, önemsizlik anlam kazanmaya başlar. Çünkü bu, varoluşun yapısını açığa çıkarır.
V. İnsan Olmanın Paradoksu
İster birey olarak, ister insanlık olarak, ister bir gezegen olarak evrenle kıyaslandığımızda ne kadar önemsiziz! Yine de ne kadar ilginçtir ki, tüm evren bu sınırları kendi için belirlemiştir. İnsan olarak var olmak — bir sınırın içinde başka bir sınır, sonsuz sınırlar zinciri — hem tuhaf hem komiktir.
Evren için önemsiz miyiz? Evet, ama işte mesele de bu. Bu bizim en sevdiğimiz oyun. Ve eğer gerçekten önemsizsek, bu aslında daha iyidir; çünkü artık bunun tadını çıkarabiliriz.
VI. Önemsizliğin Güzelliği
Bu “sınırlı-oyun” perspektifinden bakıldığında, önemsiz işlerde çalışmamız, önemsiz arzuların peşinden koşmamız, önemsiz kişiliklere dönüşmemiz büyüleyici değil mi? Önemsiz günler ve önemsiz hayatlar yaşıyoruz. Yine de evrenle kıyaslandığında, bu önemsizlik belki de var oluşumuzun gerçek amacıdır.
Kendimize evrenin belirtileri olarak bakarsak, o hâlde amaç önemsiz olmak gibi görünüyor — belki bir süreliğine anlamlı, sonra yeniden önemsiz. Hatta bilinçaltında bile, kendi önemimizi azaltmıyor muyuz? Yoktan sorunlar yaratmıyor muyuz? Derinlerde hepimiz biliyoruz: önemsiz olmak, aslında çok anlamlıdır.
Bu sayede yaşamaya devam ederiz — yani denemeye. Sahip olduklarımız için değil, yeni deneyimler için yaşarız. Önemsizlik bizi yeniler; önem ise zaten sahip olmayı ifade eder.
Evet, biz önemsiziz — ve işte bu, bu evrendeki en anlamlı gerçektir.