Ben ne bileyim dağın başı dumanlı mı dertli mi, karlı mı buzlu mu; ben gördüğüme bakarım. Dağ yüksektir, büyüktür, bana göre. Bir zamanlar değildi. Bana göre de, diğerlerine göre de; Dünya’ya göre öyle miydi bilemem.
Bizim köy adını yamaçlarına kurulduğu dağdan alır. Dağ meşhurdur da bizim köy pek bilinmez. Bazen buralardan geçenler dağın köyü var diye şaşırırlar, o kadar. Dağ olmasa köy olur muydu bilmem, ama köylüler dağ onlar sayesinde varmış gibi davranıyorlar. Ben ise hayatımı dağa bir saygı duruşuyla geçiriyorum.
Dağ yeterince büyüktür, tüm evler dağı görür, ama tamamını değil. Bizim ev diğer evlerle birlikte dağın zirvesini görür, çoğu evle birlikte zirvenin altındaki bulutları görür, çok az ev de dağın altındaki tepeleri görür. Tepeleri görmek mühimdir, en azından benim için, tepeler dağa dair bir şeyler anlatır. Dağ ise esas kahramandır, ama kahraman da hikâye için var. Hikâye büyümenin, büyüklüğün ve büyüyerek küçülmenin hikayesidir.
Küçüktüm, küçücük, ben bile hatırlıyorum. Hatırladığımdan daha da küçükmüşüm, öyle diyorlar. Ben küçükken her şey büyüktü. Koltuk büyüktü, şimdi değil. Kapı kocamandı, şimdi lafı bile edilmez. Ev kocamandı, bir deryaydı, şimdi dar geliyor. Köyümüzdeki tepeler aşılmaz boyuttaydı, günaşırı menzilimiz oluverdi. Tepelerin biraz daha ötesindeki yüce dağ ise yok gibiydi. Dağ uzaktan parmağımı tuttuğumda parmağımdan bile küçüktü. Nasıl söz konusu olabilirdi ki?
Bir şeyler oldu ve ben dağı fark ettim. Bir zaman geldi ki parmağımdan ve diğer her şeyden büyük oldu, bir simge, bir azamet timsali. Yüce dağ, onunla büyüdüm. Onunla birlikte değil, onu fark ettiğimde. Vallahi ben bir şey yapmadım. Aydınlandım mı, uyandım mı, erdim mi bilemiyorum. Ama bir değişim gerçekleşti. Anlık veya günlük değil, ömürlük gibiydi. Hani herkes yoldadır da kimse yolun farkına varmaz. Yolu yolda fark ettim, dağın büyüklüğünü tecrübe ederken.
Ben küçükken ne dağın ne de insanların farkında değildim. Annem vardı, babam vardı ve bir de ev. Kocamandı ev, kocamandı babam ve annem evin azameti içinde tek sığınağımdı. Küçüklüğün eğlenceleri bilmeyişin eğlenceleriymiş, bilmeye başlayınca küçülmeye başladım. Küçükken en büyük şeyler yoktu, küçük şeyler vardı. Sonra biraz büyüdüm ve biraz büyük şeyleri fark ettim. Biraz büyük şeyler arasında henüz dağ yoktu. Evin dışı vardı mesela, ama henüz dünya yoktu. Küçükken büyük şeyleri fark etmek ne zor…
Biraz büyüdüğüm, kendimi yeterince büyük sandığım zamanlardan birinde evin dışındaki tepelerin ne kadar büyük olduğunu fark ettim. Bir gün onları aşabilecek miydim, kaygılanıyordum. Tepelerin her biri bir dünya büyüklüğündeydi. Annem tepeleri geçebildiği için cesaret alıyordum, ama ayaklarım küçüktü. Arada kalmıştım. Arada kalmışlığım bir süre devam etti. Sonra nasıl oldu bilmiyorum, tepeler de sıradan oluverdi, ama sadece küçük olanları.
Büyük tepeler küçük tepelerden sonra geldi. Onları fark ettiğimde biraz daha cüretkar idim, artık küçük tepeleri geçebilen biriydim. Büyük tepeleri ailemle birlikte aştığımda artık beni kimse durduramaz diye düşünmeye başladım. Küçücük bir bebek iken çocuk olmuştum. Evin dışı küçülmüş, tepeler aşılır olmuştu. Büyük tepelere gitmeden de onları aşacağımı varsaymaya başladım.
Ne var ki büyümenin de sınırı varmış. Bir ara büyümemeye başladım. Büyük tepeleri önce göz ardı ettim, sonra o kadar da geçilebilir olmadığını itiraf etmek zorunda kaldım. Ne ara dağı fark ettim tam olarak söyleyemem, ama büyüklüğümün sınırlarına ulaştığımda küçüklüğümü yine hatırlamıştım.
Sonra bir gün bana dağı öğrettiler, yetmedi gösterdiler. Sonra da götürdüler ki iyice emin olayım. Büyüdükçe küçülmeye alışmıştım. Dünyada hakir görülmeyi olağan kabul etmiştim. Ben dağı gözlerime sığdıramazken yukarı bakınca göremediğim şeyler olduğu söylendi. Orada pes ettim. Bizim dağla uğraşamıyordum ki nasıl evrenle uğraşayım!
Bir ara köyü de fark etmiştim. Birlikte yaşadığımız diğer insanlar varmış. Bunlar dağ yokmuş gibi davranmayı seviyorlardı. Bizim dağ diyorlar, ama kendilerininmiş gibi davranmıyorlardı. Dağın köyü olmalarına rağmen köyün dağı varmış gibi konuşuyorlardı. Dağın umurunda olmamaları ise umurlarında değildi. Olan oldu, dağ onları hiç takmadı. Ama onlar dağı hep kafalarında taşıdılar. Ne diye kafanızda bu problemle geziyorsunuz dedim, ama ikna edemedim. Ben ise koca bir dağı sorun edinmektense insanları sorun edinmeyi seçtim.
Tepeler ve bulutlar dağa dair bir şeyler anlatır. Dağ ise hayata dair bir şiar olmuş, mesajını herkese sessizce ve üzerine basa basa, sadece durarak ve şiddetli bir görüntüyle anlatır. Dağ bizim köye imkansızlığını mı hatırlatıyor bilemiyorum, pek sevilmiyor. Belki de gölgesinde kaldığımızdan, dağın köyü olarak önemsizleştiğimizdendir. Aslında yaran yoksa; kabahatli değilsen gocunmazsın, dağ zor şeyler söylüyorsa sana ne, işine bak. İşlerine bakmıyordu insanlar, dağı kafalarında büyüttükçe büyüttüler.
Bizim köyün muhtarı kendisini dağın da muhtarı sanıyor. Onunla hep tartışırız. Hatta kavgalıyız bile diyebilirim. Herkesin işine karışır, ama kendisinin eleştirilmesini kabul etmez. Köye ne kadar fazla hizmet ettiğinden yakınır, ama asıl hizmetin edep olduğunu bilmez. Sert davranır, buna ihtiyacı vardır, çünkü insan olarak bir numarası yoktur. İşte her zamanki fırsatçı adamlardan. Sözde köylümüz, ama köyü istismar edenlerden.
Muhtar hep dağın ne kadar aşılmaz olduğundan, köyü sis altında bıraktığından, ulaşımdan ve iklimden şikayetçi olur. Köylü de ona katılır. Ortak düşman bulmuşlar, dağa saldırırlar. Aynen birbirlerine saldırdıkları gibi. Neyse ki insanları paranteze aldım. Ne onlar hakkında ne de dağ hakkında yargıya varmıyorum. Bizim köylüler bilmez paranteze almayı, numen-fenomen ayrımı desen küfür sanırlar. Halbuki basit, yargılamayacaksın, kendi tecrübene odaklanacaksın. Yargıyı kes, işine bak, bu kadar basit.
Başkasının dağına hiç bakmadım. Kimsenin yücesinde gözüm olmadı. Ben kendi dağımın dağcısıyım, özellikle de orada olamayışımın. Aynen kendi yakınınıza, mesela kendi ellerinize başvurmak gibi, kendi yükseklerimin muhtacıyım. Başkasına göre yaşamam zira, kimsenin arzu nesnesinde gözüm yok. Kimseye de imrenmiyorum, kendi halinde olanlara imrendiğim kadar.
İlk biz gideceğiz. Sonra evlerimiz gidecek, sonra dağ bile gidecek diyorlar. Gezegen bile yok olacakmış, evrenin yok olacağını söyleyenler de var. Ben bunları bilemem, ama bir şeyin kalacağını iddia edebilirim, benim dünyayı tecrübe etmişliğim, süreç olarak var olmuş olacak. Ben de buna odaklanıyorum. Dağın kendisi neymiş, bela mıymış bilemiyorum. Bildiğim şey benim için büyük olduğudur, kendisi için büyük değilse bile. Bildiğim şey bana bir şey anlattığıdır, kendisi bir şey anlatmasa bile.