Bir insan ve bir ağaç yan yana duruyor. Ağaç rahat ve ağır başlı, insan onun yanında aşırı rahatsız ve telaşlı. Ağacın hayattaki duruşu ile insanın duramayışı arasında bir tezat var. Sanki insan bir şeyler arıyor, ancak ne aradığını bilmiyor. İnsan arayış içinde, ama bulmak için bir şey yapmıyor. Ne aradığını bilmiyor ve bulduklarının da kıymetini bilemiyor. Bu saçma duruşuyla insan ağacın yanına yakışmıyor.
İnsan bir süre sonra başka yerlerde oyalanmaya gidince ağaç ile çevresindekiler kalıyor. Ağacın çevresinde daha cansız dediğimiz şeyler var. Taşlar var mesela. Bir taş ile ağaç yan yana geldiğinde ağacın ağır başlılığı kayboluyor. Bu sefer de ağaçta bir rahatsızlık belli oluyor. Tüm o yayılmalar ve serpilmeler, yok efendim yaprakların sallanması ve dalların arsızca uzanması… Sanki bir iş peşinde, ama taş bunu anlamaz tabi. Taşa göre hayat basit, olduğun yerde duracaksın. Kimseye karışmazsan kimse de sana karışmaz. Tabi bazı rahatsız kişilikler hariç…
Taş şimdilik yerinde duruyor, ama daha önce durmuyordu. Taş oraya gelene kadar uzun bir yol kat etmişti. Daha önceden uzay boşluğunda öylece gezinen bir grubun üyesiydi. Dünyadaki konumuna düşene kadar karanlık uzay boşluğunda farklı çekim alanlarında gezdi. Uzay boşluğu dediysek karanlık madde anlamında. Bir de karanlık enerji var. Bunlar yeni şeyler. Uzaydaki her şeyin bir adı ve yeri var. Yani boşluk falan yok, ama taşa göre daha boşluk var. Öyle bir boşluk ki insanı ağacın yanında yaramaz kılan; ağacı taşın yanında rahatsız eden karşılaşma taşı bile hınzır olarak görmemize sebep oluyor. Öyle ki bir taş olarak var olmak boşluk olarak var olmaktan daha bayağı hale geliyor. Uzayın yüzde doksan dokuzdan daha fazla oranla boş olması düşünülünce taş olmak bir rahatsızlık gibi görünüyor.
Ne isim verirseniz verin uzayın boşluğu, karanlık enerji ya da vakum mevcudiyetini sürdürüyor. Sanki yokmuş gibi yapsak da evren varlıkla dolu. Bunun yanında bir de yokluk var. Var ile yok arasındaki tezat göz önüne geliyor. İnsanı doğada rahatsız gösteren, ağacı cansızın karşısında arsız kılan, nesneyi boşluğun zıttı haline getiren duruş varlık ile yokluğu düşündürüyor. Tüm bu örnekler eşliğinde rahatsızlığı sorguluyoruz. Bir şeyler yapmak, bu garip arayış bir rahatsızlık gibi. Dünyada en az şeyin “rahat” olduğunu söyleyebiliriz. Bu dediğimiz varlığın ve yokluğun temellerine kadar karşılaştırılabilir.
İnsan ile zirvesini bulan bu rahat eksikliği Dünya’da çokça görülüyor. Rahatlık, basitlik, barış, sükunet, refah, tatminkarlık, huzur ve sair birçok şekilde adlandırabileceğimiz bu duruş Dünya’daki en az şeyi oluşturuyor. En fazla şey bizdik, en az şey de bizim bir eksikliğimiz oluyor. Maddenin diğer halleri gibi kararlı değiliz. Canlandıkça delirmiş, insanlaştıkça azmış gibiyiz. İnsanın dışındaki basitliği kaybetmiş, uzayın derinliklerindeki tekdüzeliği de bertaraf etmişiz.